La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi


Auteur :
Éditeur : Boğaziçi Date & Lieu : 1993, İstanbul
Préface : Pages : 280
Traduction : ISBN : 975-451-097-0
Langue : TurcFormat : 155x230 mm
Code FIKP : Liv. Tur. Tur. Dog. N° 2689Thème : Histoire

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi

Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi

Osman Turan

Boğaziçi

Müslüman Türklerin cihânşümûl târihî rolleri Selçuklular ile başlamış, OsmanlIlar ile kemâlini bulmuştur. Birinci devir "Selçuklular Târihi ve Türk İslâm Medeniyeti", kitabında ana hatları ve meşeleri ile birlikte aydınlatılmış Milli Kuvvetin kaynakları'da "Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Târihi" ile meydana konmuştur.
Bunlarda sonra neşredilen "Selçuklular Zamanında Türkiye" dokuz asır kesif bir karanlık altında kalan bu vatanın kuruluş târihini ışığa kavuşturmuştur.
Elinizde tuttuğunuz "Doğu Anadolu Türk Devletleri Târihi" kitabı ile de devletimizin ve vatanımızın kuruluş devrinin siyasî kısmı tamamlanmış bulunmaktadır.
Bugün bazı bedbahtlarca Türklüğü tartışılmak istenen Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun nasıl ve ne kadar kökten Türk olduğunu ispat eden bu büyük İlmî eseri neşretmekle Boğaziçi Yayınları müftehirdir.



BAŞLANGIÇ

Türkiye Selçukluları, devletin kuruluşlarından beri, Şarld Anadolu’yu hâkimiyetleri altına almağa çalışıyorlardı. Şarktan gelen Selçuk oğullan o tarafa doğru yayılmağa uğraşırken Bizans idaresinde inhitat içinde bulunan Orta ve Garbi Anadolu’da tecride uğramaktan kurtulmak, medeniyetçe üstün îslâm dünyası ile bağları kurmak ve yolları açmak istiyorlardı.
Dicle’nin doğusunda kalan Diyarbekir, Mardin ve Meyyâfârkîn (Silvan) beldeleri Bizans idaresine düşmemişti. Bu sebeple îslâm medeniyeti içinde kalan bu havâli, devrimizin aksine, Anadolu’nun en ileri bölgesi olmuş ve Türkiye sultanlarının doğuda ilk hedeflerini teşkil etmişti. Anadolu’nun bu bölgelerinde fetihten beri Büyük Selçuklulara tâbi birçok beyler yerleşmişti. Bu siyasî durum iki Selçuklu hânedânı arasındaki ailevî rekabeti bu bölgeye getirmiş idi, Zirâ Büyük Selçuklu pâdişâhları, İslâm’ın sultam sıfatı ile, Anadolu’yu da kendi hâkimiyetleri altına almak isterken Türkiye sultanları da, Arslan Yabgu’nun torunları olarak, bu sıfatın ve üstün hâkimiyetin kendilerine aid bulunduğu dâvasına bağlı kalmışlardı, Melikşâh îslâm sultanlığı sıfatından başka Cihân hâkimiyeti dâvâsma da sâhip idi. Bu sebeple de bu eski aile rekabetini kırmak ve amca-zâdelerini itaate almak için Anadolu’ya ordular sevketmişti. Buna mukabil İznik’te ve Marmara sâhillerinde Bizans’a karşı kurduğu devleti kuvvetlendiren Süleyman-şâh ilk fırsatta şarka dönmüş; Çukurova ve Antakya’yı hıristi-yanlardan kurtarmış; Halebi muhasaraya girişince Melik-şâh’m ordusuna karşı 1086 da giriştiği savaşta hayatını kaybetmişti. Beşer takati üstünde bir hayatiyetle Haçlı fırtınasını atlatan oğlu Kılıç Arslan (1092 -1107) da derhal doğuya dönmüş; Saltuklular ve Sökmenliler müstesna Büyük Selçuklulara tâbi diğer bütün Doğu Anadolu beyliklerini kendisine bağlamıştı. Musul’u da ilhak edince şiddetleşen aile rekabeti ile karşılaştı ve o da 1107 yılında şehid oldu. Bu ilk tecrübelerden sonra Türkiye sultanları bir asır süren dâhili buhranlar, Bizans ve Haçlı savaşları ile, destan! bir mücâdele devri yaşadıkları için Şarki Anadolu’da kurulan Türk devlet veya beyliklerinin tarihi artık Selçuklulardan ayrı cereyan etti. Fakat Tür- ; kiye sultanları daima şarka hâkim olma idealini taşıyorlardı. Nitekim «Mardin ve Meyyâfârkîn fethedilmedikçe Selçuklu ç e t r'leri (hâkimiyet şemsiyesi) bağlı kalacaktır» cümlesi ile bu inanç, XIII. asırda, kendileri tarafından söyleniyordu. Türkiye sultanları bu asırda kuvvetlenince, artık Büyük Selçuklu imparatorluğu da tarihe karıştığı için, coğrafî ve mii.i birlik dâvâsı hâline gelen bu mefkûreyi tekrar gerçekleştirmeye giııs'sier.
II. Süleyman-şâlı Saltuk-ilini, Alâeddin Keykûbâd Sökmeıı-ilini w ilarput Artukluları ülkesini aldı. Nihâyet II. Gıyâseddin Keyhusrev de Şıımeyşat ve Diyârbekir beldelerini Selçuklu birliğine dâhil etti. Şarkta yalnız Mardin Artukluları, Erzcn vc Siird beyliği ve Meyyâfârkîn Eyyubileri bıı birlik dışında kalmış; bunların da ilhakı bir gün meselesi olmuştu. Lâkin Mo-gollar karşısında Kösedağ (1243) bozgununa uğrayan Selçukluların bu millî emeli tamamlanamadı. Zayıflamış bu iiç beylik de Selçuklulardan yüz sene daha, XV. asır başlarına kadar, yaşamak imkânını buldular.

Doğu Anadolu’da hüküm siiren Mengiicüklü, Saltuklu, Sökmenli ve Artuklıı devlet veya beylikleri Büyük Selçuklulara, Türkiye Selçuklularına. Atabeglere, Eyyûbilere ve îlhanlılara tâbi kalmış son iiç siyasî varlık kendi aralarında tarihî bir birlik teşkil etmişti. Biz, «Selçuklular zamanında Türkiye» adlı eserimizde belirttiğimiz üzere, bunları «Doğu Anadolu Tiirk devletleri tarihi» ünvânı altında bu cildde toplamış bulunuyoruz. Bu devletler arasında Mengiieüklüler siyasî, İktisadî ve kültürel bakımlardan Selçuklular ile sıkı münasebette bulundukları ve hattâ takriben yarım asır onlara tâbi kaldıkları hâlde cereyan eden hâdiselere göre tarihlerinin ayrı yazılması lüzumu hâsıl olmuş ve bu cilde bırakılması pratik görülmüştür. Bu eser kuruluş sırasına ve Selçuklu, Mengiicüklü, Sökmenli ve Artuklu beyliklerine göre başlıca dört bölüme ayrılmıştır. Bununla beraber Doğu Anadolu’da daha küçük beylikler de vardı. Bunlardan biri Saltuklular gibi Malazgird zaferinden sonra Dilmaç oğlu Melımed Bey tarafından Erzen ve Bidlis’de kurulmuştu. Dilmaç oğulları Sökmenli-lere ve Artııklulara tâbi olarak onlar ile birlikte sefer ve gazalarda bazı mühim roller oynamış; başlangıçta Sürmeli ve Duvin’e kadar yayılmışlar; nihayet XV. asır başlarına kadar hüküm sürmüşlerdir. Fakat bugüne değin mevcûdiveti dahi bilinmeyen bu beyliğin tarihi hep Sökmenliler ve Artuklular ile birlikte cereyan ettiği için ona ayrı bir bölüm ayırmağa lüzûm kalmamıştır. Bununla beraber meclıAl kalması dolavısı ile bu hanedanın menşei ve şeceresine mahsus olmak üzere küçük bir balısı Sök-menlilerin sonuna koymak gerekmiştir. XI. asır sonlarında Türkmen İnal Bey tarafından Diyarbekir’de ktıriıian beylik de ondan sonra oğlu İbrahim ve torunları tl-aldı ve bunun da oğlu Mahmud Bey idaresinde kalıp 1183 yılma kadar, bir asra yakın, hüküm sürmüştür. Büyük Selçuklu-lar’dan sonra bazan Artuklulara tâbi olan înaloğulları beyliği Diyârbekir sûrlarına sığınarak varlığını muhâfaza etmiş ve çok sâkin bir hayat geçirmiş idi. Bunun şeceresi malûm ve hâdiselerde tesirsiz bulunduğu için bu eserin çerçevesi dâhilinde ona ayrı bir yer ayırmak lüzûmu kalmamıştır. Emir Yakut idaresinde bulunan Harput, Melikşâh tarafından, hizmetlerine karşılık, 1085 yılında, Diyarbekir fethi üzerine Çubuk Bey’e verilmiş ve oğlu Mehmed Bey ile Harput, Palu, Çemizkezek ve Arabgir beldelerine hâkim Çubuk oğlu beyliği meydana çıkmıştı.
Fakat Artuklu Belek Gazi, 1113 yılında, Harput ve civar beldeleri alınca, 28 sene hüküm süren bıı beylik de tarihe karışmıştı. Esasen Şarkî Anadolu’da, ilk Selçuklu fethlerini müteakiben meydana çıkmış daha birçok Türk beyleri veya beylikleri de vardı. Fakat ömürleri kısa ve rolleri çok mahdûd olan bu beyler hakkında Selçuklular tarahi ve Türk - Islâm menediyeti ile Selçuklular zamanında Türkiye adlı eserlerimizde umumî bilgiler verilmiş olduğundan ve tafsilat Anadolu’nun Türkleşmesi ünvanlı diğer bir eserimize bırakıldığından bunlar bu eserin şumûlüne alınmamıştır.

Sokman ve îlgazi ile Hısn Keyfâ ve Mardin’de başlayan başlıca iki Artuklu devleti hâricinde ve bunlardan önce kurulmuş veya bilâhara, Türk feodal anlayışına göre bu devletler içinde teşekkül etmiş daha birçok küçük Artuklu beyliği vardır. Meselâ îlgazi henüz Mardin’e gelmeden önce onun oğlu Baldıık (Süleyman) Şumeyşat’a hâkim idi. Balduk Haçlılar karşısında tutunamayarak burasını para mukabilinde bırakmış; fakat yine onlara karşı savaşmış; nihâyet îlgazi, 1115 yılında, Meyyâfârkîn’i Sökmenli-lerden alınca Süleyman babasına tâbi olarak buraya hâkim olmuştu. Ar-tuk’un oğlu Alp-yaruk da, îlgazi’den önce, kendi adını taşıyan Yarukıye’de kendisine bağlı Yanıkiyye Türkmenleri ile hüküm sürüyor; oğlu Yakııti de ölümüne kadar (1108) Mardin’de oturuyordu. Alp-yarnk’tan sonra bir oğlu
Göç-gazi ve onun oğlu Göç-aba yerinde kalmış; 1164 yılında Atabeg Mah-mud’a sığınmıştı.
Alp-yaruk’un diğer oğlu Ali ve torunu Şîr-bârik Mardin Artukluları hizmetinde bulunmuş ve en yaşlı Artuklu olarak Meyyâfârkîn’ de ölmüştür. îlgazi’nin yeğeni ve Ayaz’m oğlu olup Bîre (cik)e hâkim bulunan Mehmed Mardin’e bağlı iken memleketini korumak için Atabeglerin tâbiyetine girmiş; 1175 de ölünce yerine geçen oğlu Mu’îneddin de aynı sebeple, 1182 yılında, Salaheddin Eyyûbî’yi metbû tanımıştır. Artıık’un torunu ve galiba Beg-taş’ın oğlu Arslan-doğmuş’un nereye hâkim olduğu bilinmiyor. Fakat onun oğlu Belek Necmeddin Alpı’nın hizmetinde iken 1172 yılında zâhidâne bir hayata başlamıştı. Başlıca iki Artuklu devleti coğrafî ve siyasî bakımlardan birbirine karışmış bulunuyordu. Türk an’anelerini ve fedai teşkilâtını muhafazası ile, iç bünyelerinde de, hâkimiyetin bu derece parçalanması ve kaynakların kifâyetsizliği hânedânın bu küçük kollarının meydana çıkarılmasını çok daha fazla zorlaştırmıştır. Zaten şimdiki bilgilerimiz de daha ziyâde îbn ul-Azrak’m, münasebet düştükçe, verdiği kayıdlara dayanıp diğer kaynaklarla malûmatımızı genişletmek de kolay değildir. Biz Şarki Anadolu tarihini dört devlet veya bölüm hâlinde meydana korken daha fazla tafsilat üzerinde durmadık. Başlıca iki Artuklu devletini ve daha sonra meydana çıkan Harput kolunu bir bölüm içinde ve bir arada ele aldık; tâbi küçük beylikler yeri geldikçe bahis mevzuu edildi. Bu eserin çerçevesini aşan tafsilat da gelecek araştırmalara bırakılmıştır.
Selçukluların idaresine geçen bölgeler de artık Selçuklu tarihi içinde yer almıştır. Fakat
Erzurum’da Saltııklular yerinde Mugîseddin Tuğrul-şâh ile kurulan Selçuklu beyliği Konya sultanlarına bağlı iken dahi ayn bir siyasî teşekkül idi. Zirâ kendi başına harp ve sulh yapıyor; adına para basıyor ve hutbe okutuyordu. Nihayet Tuğrul-şâh Sultan ün-vanını da alarak müstakil olmuş ve yerine geçen oğlu Cihân-şâh aynı yolda yürümüştü. Alâeddin Keykubâd kendisine karşı bir siyâset güden Ci-hân-şâh’ı esir almış ve 1230 da Erzurum seferi ile 28 yıl hüküm süren bu beylik de artık tarihe karışmıştır. Bu hususî durumu dolayısı ile Saltuk-lular’ın yerine geçen Erzurum Selçuklu devletine bu kitabın Saltııklu bölümü sonunda bir bahis tahsis edilmiştir.

Şarkî Anadolu’da kuruluş tarihine göre tasnif ettiğimiz Saltııklu, Men-gücüklü, Sökmenli ve Artuklu gibi dört devletin tarihi karanlıklardan kurtulmuş değildir. Kaynak ve araştırmaların kifâyetsizliği bu durumun tabiî sebebidir. Bahis mevzuu devlet veya bölgeler arasında yukarıda kalan Sal-tuklular ve Mengücükler kaynak bakımında Sökmenliler ve Artııklıılardan çok daha zayıf bir haldedir. Zirâ Bizans’tan alman bu bölgeler îslâm medeniyeti merkezlerinden çok uzakta olduğu ve bu beyliklerin tarihî rolleri az bulunduğu için Suriye ve Elcezire tarihçileri ancak mühim hâdiseler vukubulduğıı veya haber alabildikleri nisbette bu beylikler ile ilgilenebilmiş ve çok kısa kayıdlar vermişlerdir. Trabzon’da oturan Bizanslı dukaların ve XIII. asır başından beri Kommen imparatorlarının Saltııklular ve Mengücükler ile harp ve diğer münasebetleri hakkında her iki taraf da tarihî bir eser bırakmamıştır. Zirâ Tiirk-Islâm medeniyeti bu beyliklerde henüz tarihçi yetiştirecek bir dereceye erişmemiştir, öte yandan bütün Anadolu Rumları gibi Karadeniz sahili hıristiyanları da kültürce geri bulunduğu için ancak daha sonraları bazı küçük tarihî vesikalar bırakabilmiş-lerdir. Fetihler devrinde bu uçlarda cereyan eden vak’aları kısmen Bizans kaynaklarından takip edebildiğimiz halde XI. asırdan sonra Bizansın bu bölgelerle alâkası kesilmiştir. Buna mukabil Şarkî Anadolu’da yaşayan Süryani ve biraz da Ermeni vak’a yazarları bu beylikler hakkında kısa haberleri kaydetmişlerdir. Gürcü kaynaklan, komşulan ile daim! savaş hâlinde bulundukları için, Saltuklular ve Sökmenliler hakkında daha esaslı malûmat verirler. Bu sâyede bugüne değin karanlık veya meçhûl kalan bazı mühim hâdiseleri öğrenmiş bulunuyoruz. Meselâ Gürcülerin
Erzurum’u muhasara etmeleri ve mağlup olarak dönmeleri onların kaynaklarında mev-cuddur.
Son zamanlarda meydana çıkan Bustan ul-Câmi adlı küçük bir kronolojik eserin «Gürcü emîri 589 (1193) yılında Erzen ur-Rûm’a girdi» kaydı ile bu hâdise hem te’yid edilmiş ve hem de tarihi belli olmuştur. XII. asra aid ‘Azimi’nin küçük tarihi, eskiliği ve bazan hâdiseler üzerinde tek kaynak mâhiyetini alması ile, ehemmiyet kazanır; Saltuklu ve Mengücük-lü tarihleri için de değerini muhafaza eder. Malatyalı Süryani Mihael de Mengücük hânedâm listesini kısmen tamamlayan ve bazı hâdiseleri meydana koyan kayıdlan ile bu beyliğin tarihini biraz karanlıktan kurtarır. Selçuklu Türkiyesinde yazılan vekayı-nâmelerin bazı küçük kayıdlan buyana bu beylikler hakkında da dalıa mühim bilgiler İbn Bîbî’nin eserinde vardır. Bununla beraber o da eski devirleri değil Alâeddin Keykubâd’ ın bu ülkeleri ilhakı münâsebetiyle son zamanlannı aydınlatır. Mengücük-lerin Divriği kolu bir asır süren Selçuklu himâyesinde, bu tenha bölgede, çok sâkin bir hayat geçirdiği için kaynaklarda bu beyliğin, merkezden ay-nlışmdan sonra ciddî bir bilgiye rastlanmaz. Onun tarihi hakkında başlıca kaynağı kendi âbideleri ve kitabeleri ile bazı vakfiyeler teşkil eder. XIII. asırda Divrigili Muhammed el-Salguri, Oğuzların Salur boyundan olup, Farsça ve Türkçe üzerinde bilgisi ile şöhret yapmış; Türk dilinin kaideleri (gramer) hakkında manzum bir eser yazmıştır. Tabakat ul-Hane-fiyye?nin verdiği bu kayıd sâyesinde mevcûdiyetini öğrendiğimiz bu eser ele geçse idi Türk dili tarihi mühim bir kaynağa kavuşmuş olurdu.

Şökmenli ve Artuklu ülkelerine doğru inildikçe Islâm medeniyetinin yüksek bulunduğu Elcezîre ve Suriye ile her türlü münasebetler genişler ve müslüman tarihçilerin de alâka ve bilgileri artar. Fakat bu alâka, mu-tad üzere, daha ziyâde siyasî vak’alarda kendini gösterdiğinden diğer meselelere dair bilgiler azalır. Bu ülkeler Islâm medeniyeti hududları içinde bulunduğu için kültürce şimal beyliklerine nazaran daha ileridir. Bu sebeple Artuklu ülkesinde her türlü fikir mahsulleri arasında tarihî eserler de yazılmıştır. Bunlardan yalnız Meyyâfârkîn (Sılvan)li Ibn ül-Azrak’ın kendi şehri hakkında te’lif ettiği Tarih Meyyâfârkîn bize kadar gelebilmiştir. XII. asrın ikinci yanlarında te’lif edilen ve Türk devrine aid kısmı hâlâ yazma hâlinde kalan bu eser Artuklu ve Şökmenli tarihleri için en mühim kaynak olup Saltuklular ve Selçuklular hakkında da değerli kayıdlan ihtivâ eder.

Bu asım aynı devresinde Ibn HavkaPm meşhur coğrafi eserini istinsah eden müşâhid bir yazann Dunyeser (Koç-hisar), Hısn Keyfâ ve Amid gebirleri ve hükümdarların imâr faaliyetleri hakkında koyduğu kısa, fakat mühim hâşiyeler ile Artuklular hakkında yeni bir kaynağa kavuşmuş oluyoruz. XII. asrın aynı yıllarında bu havâliyi ziyâret eden İbn Cubeyr ile bu asrın sonlarında ve XIII. asrın ilk yarısında iki defa bu bölgeyi gören Yâkut bu şehirler ve hususiyle Koç-hisar’ın otuz sene zarfında nasıl büyük bir şehir hâline geldiğini ve Artuklu hükümdarlarının giriştikleri imâr faaliyetlerini belirtir ve bölgenin medeniyet tarihini aydınltaırlar. Eğer yerli kaynak Şeref bin Mııtalılıar’ın Ahlat tarihi (Tarih Milât), ll-almış oğlu Ömer’in kendi vatanı kuç-lıisar için yazdığı Tarih Diineyser ile bu devirde Harrân, Musul ve Erbil hakkında te’lif edilmiş diğer mahallî tarihler bize kadar gelmiş olsa idi, şüphesiz, yalnız Artuklu ve Sökmenliler değil umûmî Türk-Islâm tarihi bakımından da çok zengin malzemeye sâhip olurduk.

Kaybolmuş eserler arasında arşiv vesikaları başta gelir. Ahlat, Hısn Keyfâ, Meyyâfârkîn, Koç-hisar ve Erzurum’un XIII. ve XIV. asırlarda uğ-radılkan istilâlar ile feci bir şekilde harap olmaları ve Erzincan’ın sık-sık zelzeleler ile yıkılması bu vesikaların ve sayısız kültür hazînelerinin, nilıâ-yet mimari âbidelerin toprağa gömülmesine âmil olmuştur. Bu sebeple bu havâlide medeniyet tarihimizin sağlam bir şekilde aydınlatılması zorlaşmıştır. Nitekim kitâbeler olmasa idi, birçok millî kültür unsurları gibi, bu beyliklerin eski Türkçe ünvanları kullandıklarını da öğrenmek imkânsız idi. Arşiv vesikalarından sâdece bazı vakfiyeler ve vakıf kayıdları bize kadar gelmiştir. Hususî ellerde kalan eski vakfiyeler halkın anlayışı ve araştırıcıların himmeti ile meydana çıktıkça hem bu vatanın tapu sened-lerine, hem de tarihi biraz daha aydınlatan en sağlam vesikalara kavuşmuş olacağız.

Doğu Anadolu beyliklerinin Türk siyasî tarihinde rolleri ne kadar küçük ise medenî gayret ve himmetleri de o derece ileridir. Mimâride hemen aynı derecede eserler vücuda getirmekle beraber İktisadî ve fikrî faaliyetleri cenûba inildikçe ve İslâm medeniyeti sahalarına yaklaştıkça artar. Gerçekten kaynak kifâyetsizliğine rağmen bu beyliklerde yetişen ve hükümdarların lıimâyesini gören bir çok ilim, kültür, felsefe, tıp, edebiyat, san’at ve din adamlarının şöhret ve faaliyetleri beylik hududlanm çok aştığı, şehirlerin İktisadî ve sınaî tesir ve mamûlleri her tarafa yayıldığı için Artuklu ve Sökmenlilerinin medeniyet tarihini aydınlatmakta daha fazla kaynak ve imkânlara sâhip bulunuyoruz. İslâm âlimlerinin coğrafî, biyografik ve ansiklopedik eserleri, çeşitli ilim ve mesleklere mensup meşhûr insanlar hakkında te’lif olunmuş Tabakat kitapları, nihâyet mahallî ve umûmi İslâm tarihleri bu hususta dağınık fakat çok mühim bilgiler ihtivâ ederler. llhanlı devrinin diğer kaynaklan yanında Hamdullah Kazvlni’nin Nüzhet ul - kulûb’u ve Arap kaynaklan arasında İbn Şeddâd’ın el - A’lâk ul - hatîra'sı Şarkî Anadolu’nun da şehirleri ve İktisadî tarihi için mühim kaynaklara misal teşkil eder.

Şarkî Anadolu tarihi üzerinde bugüne değin yapılmış neşriyatın bir kısmı mahalli tarih vücûda getirmek mahiyetini alınıştır. 13u eserlerin sahipleri, çok defa, tarihî araştırma hazırlığına ve metodlarına lıâkim bulunmadığı, mevcut neşriyat ve kaynaklara vâkıf olmadığı için, onlaruı bu himmetleri kitâbe, vakfiye ve başka malzeme verdikleri nisbette çalışmalarına değer kazandırabilmişlerdir. Nitekim aydınlatılması güç olan bu bölge ve beyliklerin tarihi için arasıra başvurulan İbn ül-Esir gibi bir iki İslâm tarihini görmekten ileri gidememiş ve işaret ettiğimiz ana-kaynak-lar görülmemiştir. Bu durumda beyliklerin, iktisadi, kültürel, İlmî ve dinî hayatları şöyle dursun, siyasî tarihlerini imkân nisbetinde aydınlatmak da mümkün değildi. Şarkî Anadolu beyliklerine aid âbideler, kitabeler ve meskûkât hakkında Th, Houtsma, Van Berchem, Halil Edhem, İsmail Galip, Ahmed Tevhid, A. Gabriel ve J. Sauvget tarafından husûsî mevzular üzerinde yapılan araştırmalar mühim olup bunları, şüphesiz, diğerlerinden istisna etmek gerekir. Bunlardan başka İslâm Ansiklopedisinde M.H Yi-nac’ın Erzurum ve Diyaıbekir, V. Minorsky’nin Mardin ve Honigman’m Meyyâfârkîn maddeleri bu beylikler tarihi için de değerlerini muhafaza eder. F. Köprülü Artuklular maddesini çok kısa yazmakla beraber bu beyliğin siyasî tarihine İktisadî, İçtimaî ve fikri hayatını da eklemiş; kullanılan mahdûd kaynak ve tedkiklerin verdiği imkân nisbetinde bu hususlarda bir aydınlık göstermiştir. Cl. Cahen İbn ul-Azrak’da Artuklularm şeceresine aid bilgileri toplamış ise de bunu bitirmemiş; Hısn Keyfâ’da XIV. asırda kaleme alınmış yeni bir yazmanın muhtevasını da tercüme ederek neşret-miştir. Faruk Sümer tarafından kaleme alman Mengüeükler maddesi de yapılmış araştırmaların bir hulâsası olarak, bazı ilâvelerle, yeniden telif edilmiştir.

Bu araştırmalar ciddî olmakla beraber hem tedkiklerin mahiyeti ve hem de işaret ettiğimiz kaynaklardan çoğunun görülmemiş veya tedkik edilmemiş bulunması yalnız medeniyet değil siyasî tarihin bile karanlıklar içinde kalmasına sebep olmuştur. Bu durumda kaynakların daha etraflı bir şekilde aranması ve toplanması suretiyle «Doğu Anadolu Türk devletleri tarihi» adını alan bu eser vücûda getirilmiş; başlıca dört beyliğin tarihini aydınlatmağa çalışılmıştır. Bu kitap Selçuklular zamanında Türkiye adlı eser ile birlikte artık Ortaçağ Türk Anadolusunun siyasi tarihini tamamlamış oluyor. Selçukluklar devrinde teşekkül eden Anadolu beyliklerinin başlangıçlarını aydınlatmakla beraber asıl varlıkları Selçuklulardan sonra devam ettiği için onlar nasıl mevzu dı-31 bırakılmış ise Şarki Anadolu beyliklerinden sonra kurulan Kara-koyunlu ve Ak-koyunlu devletleri de öylece sahamıza dâhil edilmemiştir. Esasen bunlar meslekdaşlarım tarafından ciddiyetle ele alınmış ve araştırmalar gittikçe gelişmeye başlamıştır. Selçukluların siyasî, iktisadi, kültürel, dini tarihleri ayrı cildler hâlinde hazırlanırken bu eserde her beyliğin siyasî tarihinin son kısmı iktisadi, kültürel ve dinî hayatlarına dair bahislere tahsis edilmiştir. Bununlaberaber Selçuklu tarihine mahsus cildlerde, siyasi tarih dışında kalan bu bahisler, Türkiye bütünü içinde, ana hatları ile bahis mevzuu olacak ve burada geçen malzeme orada da kısmen kullanılacak; bu suretle memleketin umumî manzarası göz önüne konmuş olacaktır.

Bu kitaba «Doğu Anadolu Türk devletleri» adım verirken eski devirlerin bahis dışı olduğunu ifâde etmiş bulunuyoruz. Ecdâdımı-zın nice ideal ve emekler ile bu topraklar uğrunda döktüğü kan, fedâ ettiği kahramanlar ve milyonlarca şehidler, yurdun her köşesini kud-siyet kâlesi ve menkıbeler ile dolduran evliyâ ve fâtihlerin türbe ve zi-yâret-gâhlan, destân devirlerinin asırlarca millî şuûrda muhâfaza edilen hâtıraları, ataların vicdanlarına hâkim olan yüce duygular, onların yarattığı maddî - manevî medeniyet mahsulleri, nihâyet toprakla insanı kaynaştırmak, tarih ve vatan şuûrunu nesillere mal etmek millet ve vatan olmanın şartıdır. Bu mütevâzi eseri de Alp Arslan’ın 1071 de Malazgird zaferi ile yeni bir vatan hazırlamanın ve Süleyman - şâh’ın 1075 de Iz-nik’i fethi ile Anadolu’da Türkiye devletini kurmanın X. asra ayak bastığımız büyük yıl-dönümü hâtırasına tahsis edilen tarih kitaplan serisinden altıncı cild olarak neşrediyoruz. Bununla beraber Turan Neşriyatın himmeti ve vatan-sever okuyucuların alâkası sâyesinde ilmi ve millî vazifemizi yine bu derece yapabilmekten dolayı Allah’a şükür ve diğerlerini ikmâlin de nasip kılmasını niyâz ederiz1.

Osman Turan

Abdulezel Paşa, 6
Şenevler – Bostancı
İstanbul. 8. 10. 972

1) Metinde kısaca geçen eserlerin adlan tam olarak kitabın sonundaki bibliyografyada gösterilmiştir.

Saltuk’lular ve Saltuk-İli Tarihi
1. Saltuklu Beyliği ve Kuruluşu
1071 — 1202

İlk Selçuklu fetihleri esnasında şarkî Anadolu’da kurulan ilk beyliğin Saltuklular olduğu ve Malazgird zaferini müteakip Alp Arslan’m Erzurum ve havâlisini Ebû’l-Kasım Saltuk’a ıktâ olarak verdiği ve onun hâkimiyetinin 1071 yılında başladığı anlaşılıyor. Saltuk - ili’nde paytalıt Erzurum’dan sonra Bayburt, Tercan, İspir, Oltu, Mieiııgerd, Koçmaz ve başka şehir ve kaleler bulunuyordu. Türkiye Selçukluları ve Dânişmendli devletlerinin kuruluşuna aid kaynakların kifayetsizliği Saltuklu ve Men-gücikli beylikleri için daha fazlasiyle vâriddir. Hattâ Erzurum’da ve Mama Hatun’da Saltuklulara aid mühim âbideler üzerinde dahi pek az kitâbe olduğu gibi hükümdarlar adına basılmış sikkeler de bir kaç tanedir. Vekayi-nâıııe mevcud bulunmadığı gibi vakfiye ve sair cinsten vesikalar da ya kalmamıştır veya muahhar kayidlerden ibarettir. Saltuklu beyliğinin İslâm ve Hıristiyan kültür merkezlerinden uzak bulunması ve tarihi rolünün küçük olması onun tarihini aydınlatmakta mevcud zorlukların sebebidir. Bununla beraber Saltuklular tarihinin karanlıklar içinde kalması kaynakların çok azlığı kadar Türkiye’de araştırmaların henüz başlangıçta bulunması ile de alâkalıdır. Bu münasebetle devlet kurucusunun adı Saltuk olduğu halde bu bile bugüne kadar anlaşılamamıştır. Nitekim kaynakların kifayetsizliğine rağmen Iıânedâ-nın başı Ebû’l-Kasım olduğu, oğlu Emir Ali’nin Erzurum’da hükümdar bulunduğu halde devlet adının üçüncü hükümdar İzzeddiıı Saltuk’dan geldiği kanaati bugüne kadar hâkim olmuştur, ki burada bir hata işlendiği âşikârdır.
Kaynaklarda hânedânm ceddi olarak kaydedilen Ebû’l-Kasım’ın bir isim değil künye olduğu, bu devirde Türklerin Islâmi isim ve lâkablan yanında mutlaka Türkçe adları bulunduğu da dikkati çekmemiştir1.

.....

1 Saltuklular hakkında ilk tedkik Defremery (Journal Asiatique, 1849 Haziran) ve Halil Edhem (Düvel-i islûmiyye, İstanbul 1927, s. 227-228) tarafından yapılmış ise de bunlar çok kısa, eksik ve yanlıştır. Abdurrahim Şerif Erzurum Tarihi adlı eserinde kitabeleri ve vakıf kayıdlan ile birlikte bu şehir ve kazaları hakkında lüzûmlu vesikaları ve faydah bilgileri toplamış (İstanbul 1936); İbrahim Hakkı Konyak da bu ...




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues