La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Ağrı Dağına Yolculuk


Auteur :
Éditeur : Date & Lieu : 1997, İstanbul
Préface : Pages : 200
Traduction : ISBN : 975-344-128-2
Langue : TurcFormat : 135x195 mm
Code FIKP : Liv. Tur. Bil. Agr. N° 3896Thème : Général

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Ağrı Dağına Yolculuk

Ağrı Dağına Yolculuk

Mustafa Bilgili

Belge

Marenostrum
“Ve yerin bütün kaynakları yarılmış.
Ve göğün bütün pencereleri açılmış.
Ve kırk gün kırk gece...
Ve Nuhun Gemisi yüzmüş, yüzmüş,
gelmiş dağın tepesine konmuş...”
Kutsal Kitap

“O zaman geminin kapılarını açtım
Yaşayan ne varsa dışarı bıraktım
Ben kendim Tanrıya kurban adadım
Dağın zirvesine indim”
Gılgamış Destanı

Mustafa Bilgili, 1948 Sivas I Kızılelma doğumlu. Ankara Üniversitesi DTCF Fransız Filolojisi bölümü mezunu. Yaşamı boyunca turizm alanında çalıştı. Grup yöneticiliği yaptı. Ağrı Dağı'na Yolculuk adlı kitabı onun ilginç yaşam deneyimlerinden birini aktarıyor. Eski çağlardaki adıyla Ararat ve bugünkü adıyla Ağrı Dağı binlerce yıllık mitolojilere kaynaklık etmiş efsanevi bir dağdır. İlk çağlardan beri bu dağ çıkılamayacağına inanıyor insanlar. Ve bu inanç güncelliğini hâlâ koruyor. Bunun ötesinde zaten bu dağa çıkış, istisnai dönemler dışında genellikle hep yasaklı olmuştur. Kısacası Ağrı Dağı'nın büyüsü hâlâ devam ediyor...



İLK GİDİŞ

Bir tüyo. Bir duyum. Tüyo gibi bir haber. Hiç umulmadık ve sevindirici bir haber. Koca ülkede topu topu bir veya iki elin parmaklan kadar kişiyi ilgilendiren, küçücük, fakat umulmadık, beklenmedik, sevindirici bir haber. Genelkurmay Başkanlığının müsaadeleri ile Büyük Ağn Dağı yabancı dağcıların çıkışına açılmıştır. Haber böyle ve haberin tamamı, eni, boyu, hepsi bu, kısa, kesin, net. Genelkurmay Başkanlığının müsaadeleri ile Büyük Ağn Dağı yabancı dağcılann çıkışına açılmıştır... Bazı Amerikalılar Büyük Ağn Dağı'na çıkmış. Amerikalılar, sınırda tabii radar gibi duran dağın tepesinden, Ruslan gözlemişler mi, dinlemişler mi bişeyler yapmış. Dağ kapalı. Dağ kapalı idi. Bugün aldığımız bu haber ile dağ yeniden açılıyordu. Belki arada bir, ah bir açılsa diye düşündüğüm veya kalbimden geçen birşey, ancak gerçekleşeceği aklımın ucundan bile geçmiyen, sevindirici bir haber. Emin olmak istedim, haber doğru mu diye sordum soruşturdum. Haber gerçekten doğru. Dağ, kontrollü olarak açılmış, ama nihayet açılmış işte.

- Ağrı Dağı nerde?
- Türkiye'nin doğusunda.
Bizim Düldül İstanbul'dan yollandı. Bu bir Ford minibüs. Cartlak kırmızı renkte, tamponlan, yere yakın kısımları ve radyatörün önüne gelen çubuklar bant şeklinde siyah boyalı bir minibüs. Minibüse Düldül adını Necip taktı. Necip Fransızca öğretmeni, yaz aylannda turist rehberliği yapıyor. Düldül biraz eski bir araba, onun için karbüratörü tamir olmuyor.

Karbüratör tamir olsa da bir süre sonra tekrar eski haline dönüyor, karbüratör tekrar kendi keyfine göre açılıyor ya da tıkanıyor. Kısacası, bizim Düldül isterse dörtnala gidiyor, istemezse tırıs. Böylece minibüsün adı Düldül kaldı. Necip aynı zamanda Düldül'ün şoförü. Direksiyonda Necip, içinde dokuz Fransız turist ile bizim Düldül İstanbul'dan yollandı.

Fransızlardan bir çift, bu araba ile doğu turu yapılmaz, bu araba dört-beş bin kilometre yol yapmaz diye Kartal'da indi. Onlar gruptan ayrıldı, yol yakınken İstanbul'a geri döndü. Düldül, yolun başında iki yolcuyu attıktan sonra, Pendik'de açıldı. Ankara, Kapadokya, Kayseri ve Malatya üzerinden, Diyarbakır'a kadar iyi has vardık.

İstanbul'da iki kişi ayrılınca, grup yedi kişi kaldı. Yedi kişilik grubun beşi kız. Diyarbakır'da kaldığımız otelin sahibi, otel broşürü için Fransız kızlardan birkaç poz resim rica etti. Otelin lobi, bar, lokanta, teras vs. gibi mekânlarında bazı resimler çekildi. Sabah, tekrar yola koyulduk. Diyarbakır'ı çıktık şekil değişmeye başladı. Gittikçe şekil değişiyor. Şekil Tatvan'a doğru hayli değişti...

Necip de, ben de, hayatımızda ilk defa o gün doğuya gidiyoruz, Fransızlara Doğu Anadolu'yu gezdiriyoruz. Gittikçe şekil değişiyor. Dağ yamaçlarına yazılar yazılmış. Yol kenarındaki taşların üstüne yazılar yazılmış. Biri dağa, öteki taşa yazmış. Biri yazmış, öteki yazmış. Öteki yazmış, beriki daha çok yazmış. Gözün gördüğü, elin erdiği her yer, dağ taş yazı dolu. Dağ yamaçlarına, küçük taşları yan yana dizip, üstüne kireç dökmek suretiyle, büyük büyük yazılar yazılmış. Müşterilerimiz çocuk gibi, başladılar sormaya. Bu ne demek? Şu ne demek? Burda ne yazıyor? Şurda ne yazıyor?... "Önce vatan", "Bir Türk dünyaya bedeldir", "At, vur, öğün" vs. gibi dağ yamaçlarına büyük büyük yazılmış vecizeleri, müşterilerimize tercüme ettik. Ancak yol kenarlarında, büyük taşlar üstüne yazılmış küçük yazılan tercüme edemiyoruz. Küçük yazılan değil tercüme etmek, kendimiz de anlamıyoruz. Çünkü küçük yazılar Türkçe değil. Hadi, biraz anladık, biraz uydurduk ve "Kürdi azadi"yi söktük diyelim. Ya diğer yazılar?

Şöyle akşam vakitleri. Gölgeler uzamış, dağların gölgeleri vadileri doldurmuş. Etrafda in cin top oynuyor. Kimsecikler gözükmüyor. Bu ahval ve şerait altında, sağı solu kolaçan ede ede ilerliyoruz...
Taaa ilerlerde bir yerde, taşların arasından, bir adam usulca şarampole süzüldü. Şarampolde, gölgenin karanlığında kalmış, belli belirsiz bir el kalktı. Durun diyor.
- Necip, hele bi dur! Hem adam, akşam akşam yolda kalmasın, hem o adama taşlarda ne yazdığını sorarız?

Adamın hizasına varınca durduk. Adam, temkinli temkinli bizim Düldül'e yanaştı, soran gözlerle minibüsün içini süzdü. O zaman ben kapıyı açtım. Bunlar turist, (seni yemezler) diye açıklamada bulundum. Adam, (acaba yemezler mi ki diye) biraz daha düşündükten sonra bindi. Bir-iki kilometre ya gittik ya gitmedik, adam bizi durdurdu. Arabadan indi, şarampolü aştı, taşların arasına daldı, gitti. Adam, az sonra geri döndü. Yanında bir kadın var. "Bu benim gori" dedi. "Gori"de bindi. Biraz daha ilerde, tekrar durdurulduk. Bu defa, taşların arasından bir sürü çocuk süzülüp indi. En küçüğü en büyüğünün kucağında, diğerleri el ele tutuşmuş vaziyette, hemen hepsi birer yaş ara ile, boy boy çocuk. Şimdi arabada. Necip, ben ve yedi Fransız, "gori", adam ve kimi aralarda, kimi kucaklarda yedi çocuk. Niye böyle sıkıca saklanıp üç partide bindiklerini sorduk. Adam, tek kelimelik bir cevap verdi: Şaki. Arif olan anlar. Meğer adam, bizim, eşkiya filan olabileceğimizi sanıyor-muş. Eh. Biz de onun birazcık eşkiya filan olabileceğini zannediyorduk? Böylece. dokuz eşkiya onlar, dokuz eşkiya biz, başladı aramızda koyu bir sohbet muhabbet(î). Taşlarda "Bize bir baş" (önder, lider) yazıyormuş, onu öğ-rendik.
Adam kesik kesik ve şiveli Türkçe konuşuyor. Sormazsan hiç bişey sormuyor, söylemiyor.

Sorsan da, ağzından ancak cımbızla laf alınıyor. "Gori" konuşmuyor. Fransızların çocuklara sorduğu "Kaç yaşındasın?", "Adın ne?" gibi maksat tanışıklık-konuşukluk olsun kabilinden, soruları adam çocuklarına tercüme ediyor. Fransızların çocuklara söylediğini, çocuklar için biz Türkçeye tercüme ediyoruz, bizim Türkçemizi, adam kendi dilinde çocuklara tercüme ediyor ve aynı yoldan geri tercüme ile anlaşıyoruz.

.....

 




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues