La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Kadınca Yargılama!


Auteur :
Éditeur : Pêrî Date & Lieu : 2006-03-01, Istanbul
Préface : Pages : 542
Traduction : ISBN : 975-9010-35-6
Langue : TurcFormat : 135 x 210 mm
Code FIKP : Liv. Tur. Bay. Gec. N° 1748Thème : Sociologie

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Kadınca Yargılama!

Kadınca Yargılama!

Evin Çiçek

Pêrî

Anlam, aşk, aydınlık, alevi, aymazlık, ben, bilim; bilinç, cesaret; cinellik; çocuk; darbe; dayak, demokrasi, devrim, dil, din, diaspora, ego, erkek, egemen, göç, güven, hoşlanma, hukuk, ide, infaz, insan, irade, iş, işkence, kürt, köylü, kuşku, korku, kul, komün, mutluluk, kin, pazar, paylaşım, üretim, sanat, sen, sevgi, seks, sorumluluk, sosyal, siyaset, şiddet, sömürge, sömürgeci, tutku, tercih, tecrit, terk, tecavüz, ticaret, tutum, tutsak, özür, özlem, özgürlük, özveri, varlık, vefa, yaşam, yabancılaşma ve Kadınca Yargılama!

Evin Çiçek, 31 Mart 1961'de Sivas’ın İmranlı ilçesinde dünyaya geldi. Gazeteci, araştırmacı, yazar, şair ve Kürt-İsviçre insan hakları savunucusu olan Çiçek, Kürt avukat ve siyasetçi Zübeyir Aydar ile evliliğinden dolayı, Evin Aydar ve Evin Aydar Çiçek adıyla da tanınmaktadır. Boşandıktan ve Isviçre vatandaşı olduktan sonra, yayınlarında Sevê Evin Çiçek adını kullanmaktadır.



ÖNSÖZ

İnsan göçü; Avrupa ülkeleri için ucuz, karşılıksız düzeydeki iş gücüdür. En zor işlerde, sigortasız, güvencesiz, oturumsuz, uluslararası hukuk ve sözleşmelere aykırı şartlarda yaşayan göçmenler ordusu, o ülkelerin onarımlarında kullanılan güçtür.

Sömürgeci devletler, insanları kendi ülkelerinden zorla kovarken, kovulan bu iş gücü, kendileri için dışarıdan döviz kaynağını oluşturmaktadır. Onlar, geldikleri ülkelerin, koşullarına uymayanlar, göçe zorlaııanlar, bulundukları yerin dışındaki yaşamı çoğunlukla tanımıyorlar.

Teknolojinin en üst düzeyde kullanıldığı memleketlere savruluyorlar. Çoğunlukla parti ve harekederin yönetici yada kadroları dahi olsalar, içine düştükleri yaşama karşı hazırlıksız yakalanmışlardır. Kendileri üzerinde oluşacak derin izleri düşünemediler. Bunalımların aşılabilinmesi için birilerinin yol gösterici olmaları gerekiyordu. Örgütlülük mecburiydi. Bireysel çabalar sonuç alıcı olamazdı. Travmalarla baş başa kalan insanlarımız çözümsüzlük çemberlerinin içinde kalakaldı. Onları ruhi ve fiziksel olarak hasta etti. Onların dillerini, kültürlerini, değer yargılarını bilen uzmanlar ancak tedavi edebilir. Ki binlerce insanımızın rahatsızlıklarının farkında bile değil.

İnsanlar inandıkları ilahi güçlerden yardım bekliyorlar. Gelmeyince tutuculaşıyorlar. Fanatizme sapıyorlar. Bir kesim ise, kimliğine yabancılaşıyor, kendini reddediyor. Girilen topluma uyum büyük bir sorun!. İletişim bozukluğu hat safhada! Hoşnutsuzluk onları hiç terketmiyor ve çıkmazlara itiyor.

Türkiye'de yaşayan kadınlar, halen kimlik savaşım kazanmış değiller. Araştırmak, bulmak, toplumsal sorunlara çözüm üretmek, ilgili kurumlar oluşturup, bunu ilgili birimlere sunmak, tespiderde, isteklerde ısrarlı olmak gerekiyor. Kadın, çocuk ve insan haklarına saygıyı görev olarak seçip bu yönlü çalışmalar yapmak mecburidir. Bayanlar, çocuklar, Kürdlerin bulundukları ülkelerde geleneksel kültürlerden dolayı tüm yasalardan, toplum yaşantısından, haklarından en az yararlanan toplumsal kesittirler.

Sömürgeciler tarafından şekillendirilmeye çalışılan ülkemizde ve dağıldığımız ülkelerde, kadiminiz henüz kimliğini bulamamış. Toplum içinde kendisini ifade edemiyor. Düşüncesini söyleme cesaretim gösteremiyor. Yargılanmaktan, dıştalanmaktan korkuyor. Toplum içinde kendi cins, ulus ve kimliksel varlıklarını açığa vuramıyorlar.

Kadınların büyük çoğunluğu bir araya geldiklerinde, toplumun kendilerine verdiği rollerden, klasik görevlerinden bahsediyorlar. Genelin günceli yakalamak, gelişmeleri öğrenmek, düşünce oluşturup belirtmek gibi sorunlan yok. Onlar, verilen rollerle tatmin oluyorlar.

Kadın ancak eğitime ihtiyacı olduğunu his ettiğ, eksikliğini tespit ettiği an harekete geçebilir. Değişmek isteyen, eğtim arayışına girebilir. Konumundan rahatsız olmayan kadın, gelişme sağlayamaz. Karar sahibi birey olmalıdır. Bu da bir düzeye gelmiş, geliştirme sorumluluğu duyan, kadının sahip olduğu konumdan rahatsız olan bayanlarca sağlanır.

Kadınlar; insanlığı ve insanlığın yansı olan kadınlan ilgilendiren önemli sorunlar hakkında düşünce sahibi olduklarını göstermek ve bunu kamuoyunda yansıtmak mecburiyetindedirler. Kadın yaşamda evi, ailesi, işiyle ilgili belirli düşünceleri vardır. Bu çemberlerin de dışına çıkıp, daha genişçe düşünmek zorundadır. Toplumda erkeklerle aynı rolleri, görevleri paylaşmak teknolojinin gelişmesiyle daha da kolaylaşmaktadır. Zira ağır kol gücünden ziyade bilgi ve teknolojiyi kulanmak önem kazanıyor. Biz kadınlar eksiklerimizi azaltıp, kendimizi bilgi ve teknolojinin gelişimine uyarlarsak önemli merkezlerde rol alıp, toplumsal sorunlarla ilgili tespit ve çözüm yollarını da ortaya koyabiliriz.

Evini yönetmeyi öğrenen bayan, toplumu da rahatlıkla idare edebilir. Kadın halen idareciliğinin, gücünün farkında denil.
“Kadınlar başta olsaydı ne olurdu?” sorusunu: Kadın naziktir, sosyaldir, toplumsal kültürün kuşaktan kuşağa taşıyıcısıdır. İnsan hümanitesi ile yoğrulduğu için barışçıldır. Üretken olması itibarı ile çalışkandır. Kendisinin doğurup büyüttüğü çocuklarına karşı daha çok sorumluluk duyduğu için, geleceği dalla yoğun projelendirmek isteyeceği için de ilerici ve değişime daha çok açıktır. Yeterla kadın tusaldığından azad ve konumunun farkında olabilsin; “Yaratıcılığını bir kez olumlu yönde kanalize edebilirse sonuç alır, kaliteli ürünler elde eder vs. !” şeklinde cevaplayabiliriz.

Zaaflarına esir olmayan, duygularına hükmeden, mantıkla kendi kendisini yönlendirebilen kadın başardı olur, içinde bulunduğu koşulları lehine çevirebilir, toplumun ilerlemesinde motor rolünü oynayabilir. Öğretici, eğitici olmayı başarır. İlkel tarihsel geçmiş, erkekten yana olmuş ve kadının ezilmesine, horlanmasına, bir cinsel obje olarak kullanılmasına, çocuk bakıcısı, erkeğe yemek, temizlik işlerini yapan “lazımlık” olmaya itilmiştir. Lazımlık olmaktan çıkacağı korkusuyla daha çok “köleleşmeye” yol almıştır. Ancak bu “kadının makus talihi” giderek, bilgi ve teknik çağı ile birlikte, biat eden ezberinin bozmasıyla birlikte yaşamı da değişmeye başlamıştır. Kadın erkeğe ait değil kendisinin olmaya başlamıştır. Sorun bu sürece hız vermektir.

Kadın, hukuk, sanat ve siyaset konularını ele alırsak, hukuki açıdan Babatanrı, yani tek tanrılı dinlerin gelişmeleriyle birlikte kadının tarihsel ezilmişliğini görmeye başlarız. Her sistemin egemenleri kendi hukuklarını yaratır. Her toplumda kadın ya da “tanrıça”, anaerkil dönem dışında, toplumlar tarihinde belirleyici değil, itaat edici bir varlığa dönüştürülmüştür. Halen tüm çabalara rağmen bu çember aşılmış değildir. Babatanrı'lı toplumsal sistemlerde erkeğin egemen ruhuyla birlikte yürüyen köleliği adeta kutsamış ve yaşamıştır, yaşıyor. Bu yapı da örflerle, adederle, gelenek ve göreneklerle desteklenerek şekillendirilmiştir.

Kültlerin yaşadıkları ülkelerdeki hukuk sistemleri, kadın açısından son derece geriliği ifade etmektedirler. Bu yapıyı değiştirmek istiyorsak, bunun güçlü mücadelesini, kadın kendisini örgütleyerek verebilir. Kadınların adaleti arama, bulma çabalan aynı zamanda her türden eşitsiz yaklaşıma da bir tepkidir.

Siyasette de kadın bir araç olarak kullanılmaktadır. Kadın örgüdülüğüyle, barışçıl doğasıyla, doğurganlık özelliğiyle kendi varoluşunun da yaratıcısıdır. Kadın kendine has siyasetin dilini yakalamaksızın değişimi yakalayamaz. Burada çatışmayı esas alan değil, kavramayı, değiştirmeyi ve tüm ataerkil düşünceleri aşan ve tamamen bir insanlık projesini şekillendirerek geleceği yakalama yolunda başarabilir. Siyasette teslimiyetçiliği değil, kazanmayı esas alan bir hat yakalayabilir.

Ulusal, siyasal kimlik mücadelesi yükseldiği oranda sesler birleşecektir. Kürdistan'ın her tarafında ve Kürt kadınının olduğu her yerde; ulusal ve siyasal kimlik talebi ile kadın özgürlüğü talebi birleştirildikçe özgürlüğün içeriği doldurulabilinir.
Kadınlar sanat alanında; kendi kültürleriyle, sanatlarıyla ve dilleriyle değil, bir araç, “biblio” yada reklem aracı olarak kendilerinden yabancılaştırılarak kullanılmışlardır. Kendi duygularını, hislerini ve yaşadıklarını sanatsallaştırarak nesilden nesle aktarabilen birey ve insanlğın yarısı olarak yansıtabilirlerse; sanat ve kültürde aşama kaydedebilirler.

Dil ve kimlik mücadelesi de kadın mücadelesinin bir parçasıdır. Dili tanımladığımız zaman “anadil” diyoruz. Yani anaya ait olan, ondan gelen. Dilin yasaklı olması kadının susturulmasıdır. Çocuğun ondan koparılarak uzaklaştırılmasıdır. Kadınımızın kendi kendisine yabancılaştınlmasıdır. Ki Kürt dili dişi bir dildir.
Kürt kadınının ve Kürt anasının bilinçlice diretmesinin, konuşmasının ve kendi dilini kabul ettirmesinin zamanıdır. Uluslararası kurumlardan ve karşıdardan izin, onay, destek beklemek kendi kendimizi malıktım etmektir. Malıktım olmakta özgürlüğün sınırlanmasıdır. Bunu kabul etmemek, karşı mücadeleyi yükseltmek, kabul edilemez olan yaşama red cevabı vermektir. Kürdistanlı kadına yakışan da budur. Kendisine zulüm edenlerden onay beklememelidir. Onay beklemesi demek, kendisine reva görülen statüyü kabul etmesi demektir.

Temel değerlerimize karşı yoğun bir saldırı söz konusudur. Saldırılar; bize köleliği kabul ettirme amacındadır. Bunu engellemenin, dilimizi özgürleştirmenin ve her türlü eşitsizliği gidermenin yolu ladesel mücadeleyi yükseltmekten geçiyor.

Kürtlerin sosyal yapılarında; genç kadınlar evlerinde tutsaklar. Evdeki erkek egemenliği anlayışına sırtlarını dayayan, cins olarak sahip olduldan olanaldan şiddet temelinde kullanan erkeklerimiz, ailede uyguladıktan terör ve yasaklarla iç egemenliği sağlıyorlar. İç egemenlikle, sömürgecilerin yarattıkları dış egemenlik, aynı temelde buluşuyor. Kadının hem kendisini, hem de ülkesini kurtarma mücadelesine engel teşkil ediyor.
Kürt kadını; kendi ülkesinin özgürlüğü için örgüdenirken, bu örgütlenmenin kendisini özgür kılacak bir toplumsal yapıyı kurma, özgürce yaşama, her türlü devletsel, dinsel ve cinsel baskılardan kurtularak özgür ve bağımsız kişiliğine kavuşma mücadeleleri ile içiçedir.

Ülkemizde kadının var olma çabası köreltilmiştir. Şehirlerde, ilçelerde, kasabalarda, bayanların evlerinden, bahçelerinin kapılarından dışına çıkmaları, adım atmaları bir biçimiyle yasak.
Evde erkeğin silesi, polisin baskısını, jandarmanın potini, köy koruyucuları ruh tecavüz eden barbarlığı vb. kürt kadınının sırtına aynı cephede inebilmektedir. Baskı çarkı; çiğnenen özgürlükler, yoksulluk, gözaltında işkence ve tecavüzler Kürt kadın yaşamının birer parçaları. Bayanlar, bu sert acımasızlığın, farkınada olarak zaman zaman isyankâr duygularla taleplerini dillendirmeye çalışıyorlar. Sıkılan boğazlardan, yumruklanan ağızlardan, tekmelenen kafalardan özgürlüğü, eşitliği, insanca yaşamı isteyen cümleler kanla karışık ağızdan çıkmaya başlar.

Mevcut toplumsal ilişkileri ortadan kaldıran, onun yerine yeni bir üretim, tüketim ve yönetimi esas alan, farklılıklarla birlikte eşit işe, eşit emeğe, eşit görev ve sorumluluğa, devlet ve hükümet yönetimlerinde aynı ölçüderde sorumluluk yüklenmeyi hedefine koyan bir kadın hareketi kendisini kurtarabilir.
Devrime katmayan, onu gerçekleştirmekten vazgeçirttiren, özde reformist ve egemen devletçi düzenle bağdaşan bir hareket, Kürdistanlı kadını kurtaramaz. Sömürgeci ilişkilere son veremez. Mevcut egemen erki parçalayamaz. Bayanımız özgürlüğünü dıştan değil, toplumsal gerçeklerine göre örgütleyerek, kendi mücadelesi ve mücadele tarzıyla alabileceğine inanmalıdır.

Kürt kadını, mevcut koşullarda, kendi örgütsel perspektifleri içinde gerçekçi olmayı esas almalıdır. Kadının, kendisini her yerde bağımlı kılan, mevcut siyasal erke, geleneksel gerici toplum ve zihniyetin taşıyıcısı, baskıa erkek egemenliği sistemine karşı; inançla ve bilerek mücadele ederse başarabilir ve ortadan kaldırmayı başarabilir.
En başta doğum yapılan ve içinde çocuk yetiştirilen evlere özgürlük gelmelidir. Eşitlik havası solunarak büyümelidir. Kadınlar ve insanlık; basla altına alan ve tutan her güce karşı koymayı ettik bir değer olarak öğrenmelidir. Evlerdeki, evlerin dışındaki beylikler sona erdirilmelidir. Bayanların kendileri bizzatihi devrimci potansiyeli oluşturan, yeni düzenin yeni öğretmenleri olmalıdırlar.

Çağımızda, geçen iki yüzyıla yayılan örgütlü kadın mücadeleleri, dünya nüfusunun yandan fazlasını oluşturan kadınlann ezilmişliği, Paris Komünü pratiği hariç, reel sosyalizmde dahil olmak üzere, kadınlar üzerindeki basla olduğu gibi kaldı. Paris Komünü bayan liderlerinden Louise Michelle deniz aşın adalara sürgün edildi. Komün yönetiminde yer alan pek çok devrimci bayan Alman ve Fansız krallık ordusunun subayları tarafından kurşuna dizildiler.
Kadınlar, son iki yüzyılda, göreceli de olsa önemli kazanımlar elde ettiler. Özellikle 20. yüzyıldaki ulusal ve sınıfsal karakterli kurtuluş mücadelelerine kadınların yoğun katılımı söz konusu oldu. Kurtuluştan sonra ise, kadınlara evlerinin yolları gösterildi ve onlar dışlandılar.

Bayan, gerçekliği yansıtan, onu değiştiren temel öğe olan siyasal devrimi gerçekleştirip, feodal veya kapitalist düşünce sistemi için bir obje olmaktan uzaklaşıp, siyasal örgüderin aracı, kendisini onlarla sınırlayan varlık olarak değil, devrimin öz yaratıcısı ve uygulayıcısı olarak rol oynamalıdır.
Günümüzdeki ezilmişlik ve kölelik; ayaklara zincir vurma derecesinde değildir. Ama kadın üzerinde daha ince tarzda sömürü, baskı, düşünce ve ifade sınırlamaları hala sünnektedir. Bayanların olayların gelişim seyri üzerindeki etkileri hala çok sınırlıdır. Ekonomik, teknik anlamda, dünyanın en geri kalmış toplumundan, en fazla gelişim kaydetmiş toplumuna kadar, kadınlar hep şiddetin birincil hedefi durumundadırlar. Yaşanan savaşların, cinsel şiddetin, ekonomik geri kalmışlığın, törelerin ilk hedefi kadınlardır.
Kürt diasporasındaki bayan, yerleşiklik kazandığı oranda yasallık ve meşruluğunu tartışır olmaktan çıkarır. Toplumumuzun milyonlarcası halen göçmendir. Ülkeden ülkelere, kırsaldan şehirlere göçenler de halen büyük oranda yerleşiklilik kazanamad, şehirleşemedi.

Yerleşik hayatın konumuna gelince; üretime katılma süreci içinde iç ilişkiler belirli bir süre içinde değişmiyor. Bayan, iç ekonomik bağımlılığm öğesi olarak asli güç olma etkenliğinden uzak ve eski ilişkilerin devamı içinde bir araç olmaya devam ediyor.
.....

Kadının toplumsal ilişkileri

Sümer, Asur, Mısır, Finike ve diğer Mezopotamya tarihlerinde kadının toplumsal ilişkileri, haklarından yararlanması, kurulan toplumsal, siyasal, ekonomik düzen incelenmeye değer. Savaşlardan dolayı elde edilen esirlerin satılmaları, kadının piyasada bir mal olarak satılmış olması irdelenmelidir.
Baş bağlama ilk kez olarak Sümer'lerde cinsel ilişkiyi yaşayan, ilişkide bulunanla bulunmayanları ayırtetme amacıyla kulanılmıştır. Daha sonra ise farklı bir boyut kazandırılmıştır.

Kadın tarihi, incelenecek olursa, dişi tanrıların egemenliklerinin sona ermesi, erkek tanrıların egemenliklerinin kurulmaya başlanması, kadına egemen olmaya başlayan babatanrı düzeninin, onun siyasal, toplumsal statüsünü negatif yönde belirlemeye başladığı yönündedir.
Kadının tesettüre sokulması, kendisinin bu durumu kabullenip, savunmaya geçmesi, direnmesi incelenmeye değer. Kadın tesettürü, kadının baş ve bedenini gizlemekten öte, cinsiyet ayrımcılığının, fırsat eşitsizliğinin sembolü olarak görülmeli, ele alınmalı ve değerlendirilmelidir.

Kapatma, kadın bedenini aşağılamanın, bir hiç yerine koymanın, diğer yanıyla da ondan çekinmenin, aşırı istek duymanın, çekiciliğine karşı dirençsiz kalmanın, ona teslim olmanın göstergesidir. Kadın bedeni niye çirkinliği, ayıbı ve haramı işaret etsin ki? Erkek; hem dinsel kitaptarı işaret ederek örtürüyor, hem de örttürdüğünü aşağılıyor. Zayıflığını, isteğini, teslimiyetini gizliyor.
İslam olanlar tarafından, tesettürün, tanrıbabanın adına konuşan, onun elçisi olduğu belirtilen Peygamberleri M. Mustafa tarafından bayanlara emredildiği, bu emrin Kur'an'da yazıldığı, belirtilir.

Gerçek durum onların belirttikleri gibi değil. Tesettüre giren kadınların, saçlarının tellerinin görünmemeleri için kullandıkları örtü altı kapatma bezleri olarak değerlendirilen parçalar, Kanadalı Katolik rahibeler tarafından icat edilip kullanılır. Bu kapatmanın İslamiyetle alakası yoktur.
Kadınlar, İslamiyet'ten 13 yüzyıl önce, Asur Krallığı'nda tesettüre sokulurlar. Eski bir Sami inancına göre, kadınların saçları, onların cinsel organlarını çevreleyen kılların devamlarıdırlar. Erkeklerin kadınların saçlarına bakmaları, görmeleri kadınların kıllarını çağrıştırmaktadır. Bu çağrışımın önlenmesi için de Asur'da kadınların başları kapatılır. Baş kapatma İslam dininin oluşmaya başlamasından 7 asır önce uygulanmış ve İslamiyet oradan almıştır.

İlk tek tanrılı, tanrıbaba dinine sahip olma özelliğine sahip olan...




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues