La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Kültür terörizmi


Auteur :
Éditeur : Avesta Date & Lieu : 2000, İstanbul
Préface : Pages : 90
Traduction : MultimediaISBN : 975-7112-90-9
Langue : TurcFormat : 130x195 mm
Thème : Général

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Kültür terörizmi

Kültür terörizmi
Kültürel arınma düşüncesi üstüne bir deneme

Bu son derece aktüel ve şiirsel yapıtta Thomas Hyliand Eriksen bir ülkede bir tek aynı türden insanların yaşayabileceğini savunan kültürel arınmacı ve etnik-ulusçu ideolojilere kapsamlı bir eleştiri getiriyor. Bu düşüncelerin iler tutar tarafı olmadığını söyleyen yazar, bunu kanıtlıyor da. Devinim içindeki insanların binlerce yıllık bir süreçte kurduğu dünyamızın bugün bu ideolojiler yüzünden kan içinde bırakıldığına işaret ediyor. Eriksen'in kültürel çokseslilikten yana bir savunusu ve bireylerin mutlaka bir kültürel kimliğe sahip olmasına karşı, sağlamca temellendirdiği bir de önerisi var.

"Şu küçücük sosyal antropoloji kitabı son derece aktüel ve yüklü bir içeriğe sahip, çünkü zamanımızın etnik temizlik, ulusçuluk ve göçle ilgili yaralarını konu alıyor."

Inger Bentzrud, Dagbladet Gazetesi

"Bu kitapçıkta Eriksen 'biz' ve 'onlar' üstüne güncel tartışmalarla ilgili düğüm noktalarına neşter sallıyor. Sorunların ciddileştiği çağımızın, boyundan çok daha büyük, önemli bir kitabı."

Michael Klos, Flensborgs Gazetesi

"Kültürel temizlik düşüncesini hedef alan dehşet zengin bir deneme (...) Kitapçık, kültürsüzlük üstüne ateşli bir savunma gibi."

Håkon Harker, Aftenposten Gazetesi


ÖNSÖZ

Bu kitapçık bilimsel bir yayın değil ve ifade edeceğim görüşler benim kendi düşünce ve yorumlarımdan ibaret. Savlarımda her ne kadar felsefe, tarih, edebiyat ve sosyal antropoloji alanlarında türlü kapılardan girip çıktıysam da, felsefe, tarih, edebiyat ve sosyal antropolojiyi bir başka sav için kullanmanın bir engeli var mı? Düşünce tarzım, "Çokkültürlü bir topluma yönelik bir başkaldırının ahlak felsefesi nasıl olabilir?" sorusunun peşindedir, ve böyle bir ahlak felsefesinin işe yararlığı için temel bir koşul varsa, o da aslında başkalarının da tutucu, liberal, dinci ya da daha başka değer yargılarına sahip olmaları, olabilmeleridir.

Oslo, 1993 Baharı
T. H. Eriksen


1999 Basımına önsöz

Kültür Terörizmi'ne son noktayı koyalı altı yıl olmuş, zaman nasıl da hızla geçiyor! Kitabın düzeltmeleri, basımı ve kitapçıların raflarına girmesi de bir o kadar hızlı oldu. Tehlikeli olan da bu aslında. Bu nedenle, buradaki görüşlerimi hâlâ savunduğumu söylemek bir kolaylık olacak. Kaldı ki, 90'larda dünyada yaşanan değişimlere ve sezgilerime dayanarak, bu görüşleri gönülrahatlığıyla hâlâ savunabileceğimi de ekleyebilirim.

Kültür Terörizmi'nden iki yıl önce, kültür ve siyasa üstüne bir başka kitap yayımlatmıştım, başlığı Daha Egzotik bir Norveç'e doğru olan bu kitap tükendi ama dileyen onu internette (http://www.uio.no/~geirthe) sitesinde okuyabilir. Orada savunduğum şuydu: Kültürel tekbiçimlilik toplumsal bütünleşme için şart değildir ve çoğunluğun sahip olduğu haklar yeni kültürel azınlıklara da tanınmalıdır. Buradaki düşünce tarzı temelde kültürel göreliliğin etkisindeydi, (belli bir ölçüde) farklı olma hakkını savunan ve eşdeğerli olmanın hiç de kötü bir özellik olmadığını söyleyen bir görüş. Eşdeğerli olmama durumunda, geriye acımasız bir misyonerlikten başka birşey kalmaz. (Anlayışlı misyonerlik ise, doğal olarak, başkadır.)
Bu kitapçık ise daha farklı bir izlekte gelişiyor, diyebilirim. Burada insan haklarını ve kanun önünde eşitliği, evrensel boyutları çerçevesinde savunuyorum. İnsanları bir topluluğun (ve liderlerinin) birey üstünde aşırıya varan bir güçle donanması durumunda ortaya çıkacak ardı arkası kesilmez sorunlara karşı uyarıyorum. Kısacası, "kültür"e karşı "birey"i savunuyorum: "Kültür"ü bir öcü haline getiren, onu değişmez, sonsuz ve otoriter olarak gösteren bir "kültür fetişizmi"ne karşı, bireyin yanındayım.

Öyle görünüyor ki, 1991'deki kitap kültürel göreliliği, toplulukların özgünlüğünü savunan "ortaklaşacı" ("komünitarist") bir manifestoydu, bu kitapsa daha evrenselci ve özünde liberalizmden yana. Acaba bu yazar, geçen iki yıl içinde düşünsel ve siyasal bir "ölümcül geridönüş" mü ("salto mortal") yaşamış? Bu soruya neden "hayır" yanıtı verecegimi açıklamama izin verin.

Kimlik, çıkış noktasında, kişisel ve kazanılan birşeydir. Birbirinden farklı kültürel birikimlere sahip insanlar, tanım gereği, kendi farklı ortamlarının farklı sistematik kültürel yetiştirme tarzlarını taşırlar. Bu farklılıkları eşdeğerli olarak değerlendirmeyen bir toplum sisteminin kendini demokratik olarak adlandırmaya hakkı yoktur. Bir ülkede (örneğin, Norveç gibi) kendini evinde hissetme hakkı, bir başka anadil konuşabilme, bir başka dine mensup olabilme ve boş zamanlarını çoğunluğun benimsediginden başka biçimlerde değerlendirebilme haklarını da kapsamalıdır. Göçmenler için de, tıpkı Norveçlilerinki kadar, hem radikal hem de tutucu çözümler olanaklı olmalıdır; isteyen kendini Norveç toplumuyla istediği -ve elinden geldiği- kadar bütünleştirebilmeli, ama isteyen de kendi özgün geleneklerini izleyebilmelidir. Kültürel görelilik perspektifinden görünen budur, ve bu perspektif dünyayı kavramada son derece gereklidir.

Ulusçu ve etnik ideolojiler bireysel kimliği tutup siyasal ortama koyar. Buradan da siyasal bağlılık ve bir topluluğun üyesi olma durumları ortaya çıkar, ki bunlar tarihle, dille, dinle yahut kendi kendini tanımlayan kültürel grupları birbirinden ayıran diğer belirteçlerle örgülenmiştir. İşte tam da bu ortamda, bu siyasal ortamda geçerli olmalıdır evrensel ilkeler. Oysa kimlik politikalarının, bireye özgü soruları siyasallaştırdığını ve kaos içindeki ortamlara keskin sınırlar inşa ettiğini gözlemlemekteyiz.

Farklı olma hakkı ile kanun önünde eşit olma hakkını aynı anda vurgulayarak, ve dünyada gruplar kadar bireylerin de varolduğu düşüncesinde ısrar ederek, ortaklaşacı bir duruş ile liberal bir duruş arasında, bir "arakonumu" inşa etme amacındayım. Son yılların deneyimi üzerinden vardığımız noktada, böyle bir duruşa giderek daha belirginleşen bir gereksinimimiz olduğu kanısındayım, bu ne kadar "saflığını yitirmiş" ya da "mantıken bozuk" görünürse görünsün. Küçük bir örnek vereyim: Kültür terörizmi'nde geniş yer vermediğim Hindistan'da kimlik politikası tüm tonları ve akla gelebilecek tüm sonuçlarıyla iş başındadır. Yeni Delhi'deki merkezi iktidarla ağız birliği eden tüm Hintli sağ partilerin, hegemonyacı bir kimlik politikası hareketi yürüttükleri söylenebilir: Temsil ettikleri şey, üst-kastların kendi ayrıcalıklarını koruma çabasıdır, Hindistan'ın tarihini yeniden ve kendi çıkarları yönünde tanımlamakta ve kendi iktidarlarını inşa etmede azınlıklardan -onları karartarak- yararlanmaktadırlar. Hindistan'daki İslami kesim ise, buna karşı(n), eşitlikçi bir kimlik politikası izlemekte, kanun önünde eşit haklara sahip olmayı ve azınlıklara haklarının tanınmasını savunmaktadır (Müslümanlar toplam Hindistan nüfusunun %30'u kadardır). "Kastsız" örgütlenmeler, dalit-hareketi de benzer amaçlarla ortaya çıkmaktadır. Ancak Sihlerin en tutucu (militan) kesimleri, ülkenin kuzeydoğusundaki, bilinen azınlık gruplarıyla, etnik-kültürel temelde eşit ayrı devletleri savunan ayrılıkçılığa yönelmektedir. Kimlik politikasının tüm bu türleri değişik yönlerde, ancak aynı ideolojik temel (insanların bireysel kimliği) üzerinde hareket etse de, aralarında benzerlik kurmamıza izin vermezler. Pek çok sıradan durumda, eşdeğerliği elde edebilmek için etnik ya da kültürel temel üzerinde hareket etmek gerekmekte (örneğin, farklılıkların çalışma hayatında giderilmesinde ya da dilsel ve dinsel haklarla ilgili sorunlarda), kimi aşırı örneklerde ise politik açıdan tamamen kendi ayakları üstünde durma savaşımı vermek meşru olabilmektedir. Etnik sorunların üstesinden gelmiş ("post-etnik") bir topluma ne kadar yaklaşmış olsak da, şu an varolan gerçek dünyada, adalete bir katkıda bulunmada kendini eşdeğerli bireylerin yaşadığı bir gelecekte düşlemenin yararlı olmayacağı da açıktır. Amaç eşdeğerliği elde etmekle, kimlik politikası meşru bir araçtır ancak eğer söz konusu grup, iktidarın yanındaysa kimlik politikası bir baskı yöntemine dönüşür. Kültür ile siyasayı birbirinden ayırmak işte böylesine zordur. Evrenselci ideolojilerin bile bir kültür ögesi vardır.

Bu kitapçıkta ele alınan sorunların kolay bir çözümü yok. Bununla birlikte, belki çok iddialı olacak ama, çağımızın çözüm bekleyen ve çözümü bir o kadar güç temel politik sorunlara arasındadırlar. Bir ideoloji olarak monokültürün, hatta bir ülkede yaşayanların tek bir ortak kültürü olacağı düşüncesine iyi ve doğru olarak bakmanın, resmi olarak bugünkü devletlerin hemen tümünce terkedildiğini biliyor, ancak halen büyük oranda kabul gördüklerini de gözlemliyoruz. Sınırsız bir çoğulculuğa dayanan bir mozayiğin de işlevsel bir çözüm olmayacağı ortadadır, çünkü bir ülkedeki insanlar birbirlerini anlamıyorlarsa, ortak politik sorunların üstesinden gelmede de birlikte çalışamazlar. Çözüm, farklılık hakları ile benzerlik hakları arasında süregen bir dengelemenin (uçlar arasında orta yolu izlemenin) yolunu bulmaktır, burada kullanılacak gereç de sürekli diyalogdan başka birşey değildir, çünkü aksi takdirde bizi beklemekte olan, kapıları kilitli, donmuş, açılmaz dünyalardır

Oslo, Mart 1999
Thomas Hylland Eriksen




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues