La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Kımıl


Auteur :
Éditeur : Avesta Date & Lieu : 1999, İstanbul
Préface : | Pages : 80
Traduction : ISBN : 975-7112-72-0
Langue : TurcFormat : 125x195 mm
Thème : Littérature

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Kımıl

Kımıl

1959 Ağustosu'nda Diyarbekir'de bulunuyordum. Doğu halkının perişanlığı ve buna ilgisizliği beni de perişan ediyordu.

İşte bu perişanlığı, Diyarbekir'de çıkan "İleri Yurd" gazetesinde "Kımıl" adlı bir yazıyla ifadeye çalıştım.

Aman efendim sen misin Kımıl'ı yazan... Adeta Ankara Emniyet Teşkilatı Diyarbekir'e göç etti. Adliye Vekili bir yana, zamanın
Devlet Reisi bizzat savcıya susturulmamız için direktifler verdi.

Basın da müsbet, menfi bize ilgi gösterdi. Leh ve aleyhimizde birçok şeyler söylendi.

Mahkemelerde süründürüldük ve nihayet beraat ettik. İşte, aziz okuyucularımın bu derleme esercikte görecekleri yazılar bu safhalara ait olan vesikalardır.

Gelin sayın okurlarım, işgüzarlara iş çıkarmamak için, bu seferlik önsözümüz, birşey yazmamak olsun.

Musa Anter
25 Mayıs 1962
Suadiye


İKİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ
Fıkra yazarı Musa Anter

Koral yayınlarına söz verdim, mecburum. Musa Anter'in Kımıl kitabını Koral yayınları 30 yıllık bir aradan sonra tekrar basıyor.
Hikayesi bile hoş olmayabilir. 1960'lı yıllarda sık sık bir araya geldiğimiz Suadiye'deki evinde ikimiz karar verdik. Kımıl basıldı, yıl 1962. Kitapta bunca kıyamet koparan Kımıl şiiri, basında çıkan Kımıl ile ilgili yazılar, mahkeme kararı, bilirkişi raporu vs ve de korka korka koyduğumuz birkaç yarı Kürtçe yarı Türkçe fıkra. Şimdi keşke daha çok fıkra koysaydık diye hayıflanıyorum. Çünkü o fıkralar 12 Mart'ta alındı ve yok edildi, bir daha geri verilmedi.

Sayın Musa Anter'in "Hatıralarım" kitabına bir önsöz yazmaya çalıştım. Bu önsöz, yurtiçinde ve yurtdışında konuşuldu, yazıldı, mutlu oldum. Birisi de bu önsöze saldırdı. Bundan olmalı ki bir daha Sayın Musa Anter'le ilgili birşey yazmamak gerekli bana göre; ama Kımıl'ın yeni baskısı için bu zorluktan kurtulamadım, göğüslemek gerek.

Kürtler arasında fıkra yazarı olarak özel bir yeri var Musa Anter'in. İlk yazdığı fıkraları sonradan "Yarasalar" adı altında topladı. Kitap olarak basılmadı, polis alıp götürdü, kayboldu. İkimizin de birlikte yargılandığı bir davada savcı şöyle bir iddiada bulunmuştu. "Yarasa çıplak bir hayvandır, gece karanlıkta uçar, fakirliğin ve sefaletin sembolüdür, Musa Anter Yarasalar adlı fıkra dizisinde açlık ve sefaleti anlatarak komünizm propagandası yapıyor" dedi, iddia buydu. Hakim sordu; "Ne diyorsun bu iddianameye?"

Öfkeli bir edayla savcıya baktı sonra bize döndü.
- Sayın yargıç, sanki sayın savcı refah içinde de Kuruçef de açlıktan ölmüş, dedi ve başka söyleyecek sözüm yok diye ekledi.
Bir başka mahkemede Diyarbakır'da savcı iddianameyi hazırlarken bu fıkraların mistik, dini, felsefi olduğu ve kastedilen manayı anlamanın imkansız olduğu konusunda fikir belirtiyordu, doğruydu. Bilirkişi de bu fıkralarda Kürtçülük propagandası olabilir ama felsefi yönü ağır basan fıkralardır, amacı tesbit etmek zordur, diyordu.

İslam ve Kürt klasik kültürünü, Mezopotamya coğrafyasını, yerel yapıyı, kültür mozayiklerini, Süryanilik olgusunu, Yezidiliği, Asur kalıntılarını, aşiret ve feodal yapıyı içine alan, kucaklayan bir kültür mozayiğinin orta yerinde doğmuş, büyümüş, özümsemiş olması onun en esaslı birikimi ve avantajı idi. Kendini, toprağını ve insanını iyi biliyordu, bu gerçekti. Tevrat'ı, İncil'i, Kuran'ı, Zebur'u kutsal kitapları fıkralarında mehaz gösterir.

Bütün yazıları siyasi mizahtır. En uzun yazıları bölünerek fıkralaşabilir, hiciv olabilir, kısadır, özlüdür, anlamlıdır, yazdıkları çarpar yaralar, hakkını verir ama güldürür.

Onun türünde Türk basınında fıkra yazarı yok. Doğan Nadi, Şinasi Nahit Berke, Çetin Altan'ın 1960'lı yıllardan önce Akşam Gazetesinde Taş sütununda yazdıklarıyla benzeşebilir. Ama ayrılıkları var. O hiçbir zaman Türk basınında yazacak bir yer bulamadı, vermediler ona o fırsatı, acaba onların olanaklarını elde etmiş olsaydı 30-40 yılda yazacağı yazılar ne olurdu, nasıl gelişirdi diye hep merak etmişimdir.

Anter uzun karanlık bir tünelden nefes nefese hiçbir şey görmeden yürümeye çalışan korkunç bir insan kalabalığında elinde bir mumla tünelin ucunu göstermeye çalışiyordu. Bana göre, yazacaktı, Kürtlerin ve Kürdistan'ın perişanlığını söyleyecekti. Birşeyler anlatacak ama suç işlemeyecek, gazete kapanmayacak, kendisi ve arkadaşları hapse girmeyecek. Usturanın keskin ağzında yürümek başka birşey değil. Oysaki onun yaşdaşları için her türlü imkan vardı. Hem de büyük gazetelerin imkanları, öyle taşrada çıkan 1-2 sayfalık gazeteler değil, ama onun yazdıkları kalıcı oldu, bu da bir başka gerçek.

İnsan beyni sonsuz rezervler taşıyan birtükenmez kaynaktır. Bir insan kendi beyin gücünün belirli bir bölümünü kendi üretiminde kullanır, bir bölümünü de yaşar. Bir ürüne dönüşmeyen, yaşanan kısmı beraber yaşamak ne büyük lezzettir, bu da bilinmeli.

Musa Anter birşey daha geliştirdi. Fıkralarında "Kürtçe yazı"yı önce görenler şaştı oysa o, herkes alışsın istiyordu. Evet Kürtçe yazı 1950'li yıllardan sonra onun fıkralarıyla başladı ve gittikçe gelişti.

Yukarda dedim ya Musa Ağabey'le ilgili birşeyler yazmayacaktım. O korkuyu yendim. Çünkü Şili halkının Pablo Neruda'sı Türk halkının Nazım Hikmet'i gibi, Kürt halkının büyük şairi Ahmed Arif için birşeyler hazırlıyorum, hele hele şair Necip Köprülü kaybolup gitmesin, ak kağıt üstüne geçsin diye 10 yıldır çalışıyorum, ondandır korkuyu yenmem.
Bizim insanların eline birşeylerin yazılı olarak ulaşması çok önemli, bunu yapanlara saygı duyuyorum.

25.09.1991
Yaşar Kaya


Birkaç söz

Şu zamana bakın ki nasıl akıp gidiyor. Ama Türkiye, inatçı bir keçi gibi durmuş, hatta geri geri gitmeye çabalıyor. Otuziki yıl. Bir insan ömründe az bir zaman mı? Hayır.

Şu eserciği okuyup 1958-1991 arasını düşünün, Türkiye'nin nasıl arka arkaya tersinden çağ atladığını göreceksiniz. Koskoca generaller, yazarlar ve bize göre devlet adamlarımız hâlâ Kürtler Kürtçe konuşmasın diyorlar. Erdal İnönü gibi sosyal demokrat olanlar da: "Bence Kürtler kendi dillerinde şarkı söyleyebilmelidirler" diyor. Tabii Milli Güvenlik Kurulu'ndaki general amcalarına güvenerek söyleyebiliyorlar bunları. Malum İnönü arasıra şerbetli olur, dokunamazlar O'na.

Kımıl adını verdiğim bu yazılarım hemen hemen hiçbir yazı türüne girmiyor. Ancak bir devrin sokakta siyah bir perde önünde çekilmiş Türkiye'min siyah beyaz bir fotoğrafı gibidir.

Malum Kımıl'ın Türkçe adı sünedir. Sünmekten, sömürmekten gelir. Yani sömürüyü hatırlatır. İşte Kımılın başına gelenler de bundan kaynaklandı. Sanki yalan mı söylemiştim. Haydi eskiler geçti diyelim, ya şimdi? Dedim ya bu yazıların edebi bir değeri yoktur. Ama arkeolojide de ele geçen bir çömlek parçasının maddi değeri yok, fakat bazen tarihi bir değere ışık tutabiliyor. İşte bu iki süngü arasında ve Kürtçe düşünülüyor ki Türkçe yazılan yazılarım da bu nedenlerdendir. Türkiye Cumhuriyeti devrinde resmi devlet görüşü ve devlete rağmen adalet hükümeti gıdıklıyor. İlk Kürtçe yazılardır ve tahmin ediyorum eğer bir değerleri varsa bu yüzdendir.

Tüm Doğu bir işkence hücresi ve Doğulular da bugün gibi bu hücrenin doğal sakinleri idi. Kapalı tek kişilik hücrede bile gözlerimiz bağlı idi. Ve açmak da yasak idi. Ama ben bu yasağı dinlemedim. Sille tokat yerdim. Fakat arasıra kaçak kaçamak gözümü aralar, kenar köşeden bakardım kapalı hücrenin duvarlarına. İşte bu çeşit fıkralar o baskıların ürünüdür. Hele üzgün Kürt kızına verdiğim şu müjde, Celal Bayar'ı dahi deliye çevirmişti. Müjdem şu idi: Üzülme bacı, seni süne ve sünmenin ıstırabından kurtaracak kardeşlerin yetişiyor artık. Acaba dediğim kardeşlerin yetişti mi, herhalde ve maşallah.

Dragos—Maltepe
23.09.1991
Musa Anter




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues