SUNU
Ressam Remzi Raşa ile 1920'lerin sonundan başlayarak günümüze kadar gelen bir hayatı konuşmaya ne dersiniz? Bu uzun bir öyküdür: Bir Kürt çocuğunun, bir Kürt gencinin ne tür yokluklarla, ne tür engellemelerle boğuşarak ve bunu neredeyse doğalmış gibi üstlenerek bugünlere kadar gelmesinin öyküsüdür. Önceden çizili , baba veya daha geniş deyimiyle "aile" tarafından Remzi ye zorla kabul ettirilmek istenen hayat çizgisinin reddedilmesinin öyküsüdür. Haydi isterseniz zorla demeyelim de bir tür kadercilik, "böyle gelmiş böyle gitmeli" anlayışının aşılması öyküsüdür. En azından sadece bu açıdan bile bilinmesinde yarar olan bir hayat. Yaşanılan ve yaşanılamayan yönleriyle. Son derece öğretici derslerle yüklü.
Sadece o kadar da değil. 1940'ların sonundaki ve 1950'lerin başındaki İstanbul'unu ve orada yaşadıklarını da anlatıyor Remzi. O günlerdeki arkadaşlarını da : Ayhan Işık, Atıf Yılmaz, Yaşar Kemal...
Elbette sonrası da var: Çünkü Remzi "resim aşkı" uğruna İstanbul'daki aşkını bırakacaktır ve Paris'lere kadar gelecektir. Bu bir yerde 'firar"dır. Hatta Remzi sözcüğü kimi dillerde firar yerine kullanılabilir sanırım. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'ne (İGSA) girdiğinde "zaten ressamdım" diyen Remzi için bir an önce resmin başkentine ulaşmak ve ustaların tablolarıyla haşır neşir olmak bir ihtiyaçtır: Yaşamak, yaşayabilmek için. Soluk alabilmek için. Evet herşey sanat uğruna. Ve sanatsız hiçbirşey. Asla. İşte burada sizi bu yolculuğa davet ediyorum. Yol göstericimiz Remzi Raşa elbette.
M. Şehmus Güzel, Paris, yirmidört Mayıs ikibinaltı |