La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

İsmail Beşikçi Davası I


Auteur : Multimedia
Éditeur : Komal Date & Lieu : 1975, Ankara
Préface : Pages : 544
Traduction : ISBN :
Langue : TurcFormat : 145x215 mm
Code FIKP : Liv. Tr. 519Thème : Politique

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
İsmail Beşikçi Davası I

Versions:

Bilimsel yöntem, üniversite özerkliği ve demokratik toplum ilkeleri açısından İsmail Beşikçi davası 1

«...Halis bir vazife hissi ile Beşikçi'nin yazılarından en önemli olanlarından birkaç örnek topladım. Bunların fotokopilerini aldırdım. Ve umumî deyimle vatana ihanet mahiyetlerini belirten bir dilekçe tanzim ettim. Dilekçenin daha etkili olması için arkadaşlarımdan da imzalamalarını rica ettim... Yazıların suç teşkil eden mahiyetini kısaca belirtip dilekçeyi, fotokopileriyle birlikte, Ankara ve İstanbul Örfi İdare Komutanlıklarına adımla, imzamla gönderdim...» (Muhbir Dekan Prof. Dr. Turhan Tufan Yüce)

«... Sıkıyönetim ilân olunca faaliyetlerinin yeniden gözden geçirilmesini temin bakımından durumu sıkıyönetim mercilerine duyurdum..» (Muhbir Rektör Prof. Dr. Kemal Bıyıkolu)

«... Beşikçi tarafsız bilim adamlarının araştırmalarına iştirak etmiyor. Böylece Kürtlerin Türk orijininden geldiğini, zamanla Kürtleştiklerini kabul etmiyor...» (Muhbir Prof. Dr. Orhan Türkdoğan)

«... Ben kendisine Kürtlerin Türk olduklarını ... anlatmaya çalıştım. Ancak Beşikçi, benim görüşlerime itibar etmiyordu. Sonunda Doğu Anadolu'nun Düzeni, isimli kitabı yazdı...» (Muhbir Dr. Hüseyin Ayan)

(İsmail Beşikçi, İlk tahkikat, Sorgu, Savunma, Son söz)


ÖNSÖZ

İsmail Beşikçi davası, bilim dışı ve anti-demokratik davranışların karşı bilimin ve demokrasinin savunmasıdır. Aslında, bilim, demokrasi, eşitlik, özgürlük gibi kavramları savunmak son derece kolaydır. Çünkü bunlar insanlığın, asırlardır mücadelesini yaptığı, evrensel geçerliği olan araç ve sistemlerdir. Bu bakımdan bunları savunan kişiler «bilme»nin ve bilmeye dayanan «inanma»nın verdiği rahatlık ve huzur içindedirler. Fakat bu kavramlara karşı çıkmak oldukça zordur. Çünkü hiç kimse, açık açık bilim dışı davranışların, insanlığın ve toplumların yararına olduğunu, anti-demokratik sistemlerin daha yararlı olduğu fikrini savunamaz. Bu oldukça zor bir iştir.

Fakat çok zor olan bu işler, Türkiye'de, «bilim» ve «demokrasi» maskesi altında 50 senedir, büyük bir ustalıkla sürdürülmektedir.

Bilimin, toplumdan topluma, kişiden kişiye değişmeyen evrensel özellikleri vardır. Örneğin, bilimin olgusal olduğu, gerçeklere dönük olduğu tartışılması mümkün olmayan kesin doğrulardır. Hangi koşullarda olursa olsun, bilimin ve bilim adamının yalan söyleyemeyeceği, resmi ideolojiyi kabullenemeyeceği, resmi ideolojiyi bilim diye sunamayacağı büyük bir gerçektir.

Bu temel doğrulara rağmen, Türkiye'de Kürt sorunu konusunda bilim, «yalan»ın ve «inkâr»ın bir aracı olarak kullanılmaktadır.

Bilime ve bilim adamına duyulan saygı, herşeyden önce, onun, yalan söylemeyeceği inancından gelir. Halbuki bu konuda profesörler açıkça yalan söylemektedirler. Resmi ideolojinin propagandasını yapabilmek için birbirleri ile yarışa girmekte, siyasal iktidarların sempatilerini toplamaya çalışmaktadırlar. Fakat, profesörlerin uzun unvanları, artık, onların, bilim dışı tutumlarını gizlemeye yetmeyecektir.

Nitelikleri ne olursa olsun, Türkiye'deki üniversitelerin ve üniversite mensuplarının ortak bir yönü vardır: Kürt sorunu konusunda yalan söylemek, resmi ideolojiyi tartışılmaz tek gerçek olarak kabul etmek, bunun propagandasını yapmak. Öğrencilerine toplumsal bilimlerin «normatif» olmadığını, yani olması gerekeni değil, olanı araştırdığını anlatan üniversite, Kürt sorunu konusunda kesinlikle normatif bir tavır içindedir. Vatan sevgisi, millet sevgisi, halkçılık.. gibi sosyolojik olarak mahiyetinin ne olduğu kolayca belirlenemeyen sübjektif kavramları, araştırmalarına varsayım yapmaktadır. Bu, Doğu ile ilgili olarak yapılan araştırmaların, açıklanması dahi gerekli görülmeyen, temelde duran bir varsayımıdır: Türkiye'de yaşayan herkes Türk'tür ve ancak Türk olan mutludur. Resmi ideolojiyi savunmak kaygısıyla, bilimin olgusal ve gerçeğe dönük niteliğine böylesine ters düşen, Kürt halkının somut varlığını inkâr edebilmek için böylesine yalan söyleyen, toplumdan kopan bir üniversitede, bilimin değil, jurnalciliğin üretilmesi şaşılacak bir şey değildir.

Resmî ideolojiye itibar etmeyip gerçekten bilimsel bir yöntemle düşünenler olabilir, bilmiyoruz. Veya bilimsel düşündüğü halde, çeşitli nedenlerle bunu açıklayamamış olanlar da bulunabilir. Açıklanmayan, açıklanamayan düşüncelere ise, düşünce denilemeyeceği şüphesizdir.

Üniversitenin bu özelliği o kadar açıktır ki, en demokratik görünümde olalı, kamuoyunda böyle bir izlenim yaratabilmiş bir birimi ile, en tutucu olanı arasında hiçbir nitelik farkı yoktur. İkincisi, işini açıkça kamuoyu önünde Yapmakta, birincisi ise gizli. İkincisi, üniversite özerkliğine açıkça karşı çıkmakta, birincisi ise özerk üniversite adı altında resmi ideolojiye yandaş olduğunu göstermektedir. İkincisi, resmi ideolojinin tartışılmaz tek gerçek olduğunu açıkça beyan etmektedir. Birincisi ise, idarenin, tutuculuğu açıkça ortada duran çeşitli kurallarını maske yaparak ve egemen siyasal güçlerin gölgesine sığınarak, üniversitede, resmi ideolojiden başka hiçbir düşüncenin üretilemeyeceğini isbat etmektedir. İkincisinin jurnalci, bilim dışı, hukuk dışı ve anti-demokratik tavırları, yıllar sonra birincisi tarafından aynen benimsenerek hukuksal (!) bir işleme dayanak yapılabilmektedir.

En çok konuşulan, yazılan kavramlardan bazıları da insan hakları, demokrasi, özgürlük, eşitlik.. dir. Türkiye'de çeşitli üniversitelerde ve üniversitelerin dışında, «İnsan Haklarını Araştırma ve Koruma Enstitü'leri» kurulduğu halde, bu enstitülerde Kürt sorununa eğilmemek için büyük bir gayret gösterilmektedir. Demokrasinin temeli olarak bilinen eşitlik, aslında hiçbir kayıt ve koşula bağlanamaz. Fakat Türkiye'de Kürt halkı ve Kürt halkına mensup olanlar, ancak, kendi ana dillerini, kültürlerini kendi özlerini reddettikleri, yani köleleştikleri ölçüde hakim ulus ve onun fertleri ile eşit sayılmıştır. Bir kişinin kamu hizmetlerinden yararlanması, kamu hizmetlerinde görev alması, ancak kendi özünü reddedip Türkleşmesi koşuluna bağlanmıştır. Çağdaş demokratik toplumu savunanlara, insanca yaşamak isteyenlere, yani kendi özünü ve kültürünü reddetmeyenlere, savunanlara, gösterilen yer zindan ve zulümden başka bir şey değildir.

Böylesine bir eşitlik anlayışı, yani bir halkın ve o halka mensup herhangi bir kişinin köleleşmesi koşuluna bağlanan bir eşitlik uygulaması, hukukun çeşitli kollarını okutan, hiçbir profesörü rahatsız etmemektedir. İnsan hakları, kamu hürriyetleri, ana haklar, temel hürriyetler, okutan hiçbir profesörü rahatsız etmemiştir. Anti - demokratik olduğu, dünyada bir eşi daha bulunmayacak derecede ırkçı olduğu gün gibi ortada duran bu fikir ve uygulamadan hiçbir solcu yazar, hiçbir sağcı yazar, hiçbir demokrat kişi, demokrasi aşığı hiçbir kurum ve kişi rahatsız olmamaktadır. Çünkü dünyada hiçbir halkın temel demokratik hakları, o halkın somut varlığı inkâr edilmek ve yok sayılmak suretiyle gaspedilmemiştir.

Diyarbakır duruşmaları ve ondan sonra meydana gelen olaylar, üniversitenin ne kadar çürük, kof, bir kurum olduğunu, uzun unvanlı, kocaman görünümlü profesörlerin objektif bir gerçeği reddedebilmek, üniversitede objektif bir gerçeğin ifade edilmesini engelleyebilmek için uydurdukları yalanlarla, takındıkları tavırlarla ve ortaya attıkları gerekçelerle nasıl cüceleştiklerini açıkça ortaya koymuştur.

Burada onulmaz yara alan, bilim değil, üniversitenin bizzat kendisidir. Çünkü bilim bir araçtır. Olguları ve olgusal ilişkileri kavrama ve açıklama aracı. Düşünce maddenin yani toplumsal hareketin bir yansıması olduğuna göre, toplumsal olgu ve ilişkiler sürdüğü sürece, bunu doğru olarak kavrayacak ve anlatacaklar elbette olacaktır. «Sağcısı - solcusu», ilericisi - tutucusu, herkes; resmi ideolojiyi doğrulamak için, «..masaldaki vezirler gibi; gerçeği görmeyip krala dalkavuklukta yarışadursunlar...» düzenden hiçbir çıkarı olmadığı için gerçeği söyleyiveren «çocuk»(*) örneği, meselenin gerçek sahipleri de hızla bilinçlenmekte ve bunlar çığ gibi büyümektedir.

Yine bunun gibi, son zamanlarda özellikle bazı sol çevrelerin gerçeğin özünü kavramaya çalıştıklarını görmemek de mümkün değildir.

Yığınlarla organik ilişkiler kurmanın tek yolu somut koşulların somut tahlilidir. Somut olan ise, birinci derecede olgular ve olgusal ilişkilerdir. Bunlar yok farzedilerek veya görmemezlikten gelinerek somut durumun somut tahlili yapılamaz.

İsmail Beşikçi, davasının dört safhasında da gerçekleri bilimsel bir yöntemle ifade etmiştir. Sorunu, birinci safhada muhbir profesörlerin bilim dışı, demokrasi dışı ihbarlarına karşı sıkıyönetim savcılığında; ikinci safhada ise, askeri savcının bilim, gerçek ve demokrasi dışı iddialarına karşı sıkıyönetim mahkemesinde savunmuştur. Üçüncü safhada, askeri savcının bu tutumunu aynen benimseyen sıkıyönetim mahkemesi kararına karşı Askeri Yargıtayda; dördüncü olarak ise, hüküm mahkemesinin bu tutumlarını aynen benimseyen Askeri Yargıtay'a karşı, «tashih-i karar» safhasında savunmuştur.

Görüleceği gibi İsmail Beşikçi savunmasını yaparken son derece rahattır. Yaptığı işten emindir ve huzur içindedir. İnançlıdır. Çünkü en büyük güç bilgidir. Bu, bilimi, demokrasiyi, eşitliği savunmanın verdiği huzur ve rahatlıktır. İsmail Beşikçi, savunmasında, Kürt halkının somut varlığını ve bu varlığın gereği olan şeylerin, demokratik, özgür ve eşit koşullar içinde ortaya çıkarılmasının tesbitini yapmaktadır. Bunu yaparken herhangi bir önermede bulunmuyor. Sosyolojik tesbitin, ancak, uzun vadeli bir süreç içinde geliştirilip yaygınlaşacağı, kabul göreceği, kitlelerce ve yöneticilerce benimseneceği mümkün olacağından, İsmail Beşikçi araştırmalarının sonuçlarının belirlenmesinde ve bu sonuçlara önermeler getirilmesinde aceleci değildir, telaş göstermemektedir. Tersine karşısındakiler, somut olayın somut tahlilinin ve tesbitlerin ortadan kaldırılması ya da engellenmesi için çok aceleci ve telaşlıdırlar. Bunun için tehdit, terör ve inkârdan başka hiçbir şey ifade etmemektedirler. Çünkü bilim, demokrasi, eşitlik gibi kavramlara karşı durmak sanıldığından çok daha zordur. Hele, «eşitlik» maskesi altında, bir halkın köleleşmesini; bir dilin, bir kültürün eritilmesini, yokedilmesini savunmak, insana yaşamasına engel olmaya çalışmak kolay olamaz. Dağarcığında bu yüce şeyleri savunacak bir şeyleri olmayanların, sorunlara uzun vadede bir öneri getiremeyecek olanların terör, baskı ve inkârdan başka hiçbir şey ifade edememeleri normaldir.

Yine görüleceği gibi İsmail Beşikçi davası, sıkıyönetimle birlikte, Diyarbakır'da başlayan bir dava değildir. İsmail Beşikçi'nin, yazıp yayınladığı bir kitaptan dolayı, üniversitedeki görevine son verilmiş bir kişi olduğunu unutmamak gerekir. (Bk. belge 50, s. 57, belge 51, s. 58) Bu bakımdan bu ihraç ve buna bağlı olarak Danıştay'da açılmış davalara ait belgeleri de yayınlamayı uygun bulduk.

İsmail Beşikçi davası ile ilgili kitap iki cilt olacaktır. Birinci ciltte, Danıştay davaları ve Diyarbakır Sıkıyönetim duruşmalarına ait ihbar, sorgu, duruşma, savunma kısımları ve bunlara ait belgeler yer alacaktır. İkinci ciltte ise, Sıkıyönetim Mahkemesinin Gerekçeli Kararı, Danıştay davaları ile ilgili kararlar. Yine aynı ciltte temyiz istemi, Askeri Yargıtay'ın Onama Kararı, Tashih - i karar istemi ve bu istemin reddi kararı ve bunlarla ilgili öteki belgeler yer alacaktır.

Bu belgeleri yayınlamakla büyük bir görevi yerine getirdiğimize inanıyoruz.

Nisan 1975
Komal

(*) Andersen; Masallar. Çeviren .: Nurullah Ataç, İstanbul 1952, Kıralın yeni elbiseleri.




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues