ÖNSÖZ
Soykırım, sürgün ve asimilasyon fırtınalarıyla savrulmalarına, yurtlarının parçalanıp bölünmesine rağmen, varlıklarını koruyabilen Kürtler, Ortadoğu'nun en eski halklarından biridir. Bölgenin yerlileri olarak, aynı zamanda, burada yaratılan kültürün mirasçıları, ama, Rus sosyal bilimci N. Y. Marr'ın deyimiyle, "tarihin üvey evlatları"dır.
Başka bir deyişle Kürtlerin tarihi, "anne ve babaların kayıp evlatlarını, kardeşlerin birbirini aradığı bir tarih"tir...
Bu pencereden bakıldığında Kürtlerin tarihi, "var olma" mücadelesi olarak çıkıyor karşımıza. Bu mücadelenin yarattığı sorunlar ve trajedilerin bir kanlı harmanı...
Fakat, bu kitap, Kürtlerin bütün bir siyasal tarihi değildir. Sınırlı kapsamı içinde, kitabın böyle bir iddiası yok, olamaz da...
Kitap, ağırlıklı olarak Kuzeyli Kürtlerin, 20. yüzyıla sarkan trajedik mücadelelerine genel bakıştır.
1980'lerin başında, altüst edilmiş, adeta sipariş üzerine, masa başında yeniden üretilerek, TC tarihine serpilmiş "siyasi amaçlı idamlar"ı yazarken, gerçeklerin bir yana, "rejim doğruları"nın öte yana savrulduğunu gördüm.
Asılmış Kürt liderlerle "Kürt isyanları"nın dosyasını, bu nedenle daha derinliğine bir bakış için ayırdım.
Örneğin resmi tarihin rakamlandırıldığı sayıda Kürt isyanı yok, hayali isyanların gölgesinde, "tedip ile tenkil" vardı. Şeyh Said isyanının gerekçesi çarpıtılmış, "kendisi" olmaktan çıkarılmıştı.
Şeyh Said'in hikâyesi ise şaşırtıcıydı.
Sokrates'ten Spartaküs'e, Robespierre'den Babeuf'e kadar, pek çok kişi, yenilmiş olmasına rağmen, davasına inanma ve üstüne düşeni yapmanın huzuru içinde, başı dik olarak celladın önüne yürümüştü.
Şeyh Said, ölüme yürürken, cellatlarıyla şakalaşıyordu.
Seid Rıza trajedisinin dokusu ise ayrıydı. Resmi tarih, onun sonunu noktalayan nedenlere "Dersim İsyanı" diyordu. Ama, gerçeklerin tarihinde isyan yoktu.
"Kürt isyanları" hakkında, bugüne kadar, sayısız makale, röportaj, araştırma yazısı ve pek çok da kitap yayımlandı. Yazdıklarına karşılık hayatının yarısını cezaevinde geçirerek bedelini ödeyen İsmail Beşikçi, Mehmet Bayrak ve benzeri birkaç kalemi hariç tutarsak, öteki çalışmalar birbirinin tekrarı, benzeriydi.
Bir yönüyle, "resmi tarihi" yaratanları gözeten, muhafızlarının görüş ve bakışını pekiştiren, ama ezilenleri bir kez daha mahküm eden, tek yanlı, tek sesli, tek bakışlı çalışmalardı.
2001 yılında Almanya'da yayımlanan, altı ay sonra ikinci baskı yapan bu kitapta, resmi tarih ve devlet raporlarından alıntının yanında, "altta kalanların" sesine de yer verilerek, tek yanlılık ve tek pencereden bakış açısı aşıldı. Bu kitabı, farklı kılan özellik buydu.
Özel araştırma ve tanıklardan edindiğim bilgilerin dışında, elbette pek çok kaynaktan da yararlandım. Ama alıntı yaparken, bilimsel formülasyon adına, sayfa altlarını, bölüm sonlarını "dipnotlar" ormanına dönüştürerek okura eziyet edip, güçlük çıkarmaktan özellikle kaçındım. Okura kolaylık olsun diye bütün kitaplarımın genel tarzı olan ve çağdaş pek çok yazarın da tercihi olan "röportaj" tekniğini kullandım. Bu teknikle kaynakları metnin içinde vurgulayıp, bütünlük içinde eriterek işledim...
Kitabın ilk baskılarını okuyanlardan, "içine duygu sinmiş" diyenler çıktı. Başka bir deyişle "duygusal" bulanlar...
Ama ben ne yapayım ki, yazarın taş duyarsızlığında olması mümkün değildir. Ayrıca, olay ve durumların kendisi baştan başa birer acı nehriyse, bu yazarın kusuru değildir. Ben yaratmadım acıları. Sadece olanları aktardım.
İstanbul baskısı için kitabı gözden geçireyim derken, tekrar yazılmasa bile, ilk içeriğe bağlı kalınmak koşuluyla yeniden gözden geçirilip düzeltmeler, ekler yapıldı.
Tanıklığına başvurduğum bazı kişiler, kendilerinin ve ailelerinin güvenliği için adlarının açıklanmasını istemiyorlardı. İnsan hayatına saygım nedeniyle, "resmi tarihin maskını aralar-ken", korku çemberindekilerin isteğine uymayı, yazarlık ödevi ve insanlık görevi saydım.
"Ön söze", bir "son söz" ekleyecek olursak eğer, bu kitap, bir halkın çektiği acılar, yüzbinlerce kilometre karelik alana yayılmış kan gölleriyle, insanlık yangınları bütünü değildir.
Sadece, bütünün algılanıp, anlaşılması için somut olaylar ve tarihe tanıklık edenlerin ayrıntılı anlatımlarıyla örneklenmiştir, kitap...
Yazar açısından da amaç, çağına tanıklığın gereğini yerine getirmek ve insanlığın evrensel vicdanına karşı borcunu ödemekten ibarettir. Başka bir amacı yoktur...
Ahmet Kahraman Haziran 2003, Hamburg |