ÖNSÖZ
Onlar ki bin yıllardır başımızda bela Alnımızda küfür Ve kalın kelepçelerdir Hünerli ellerimizde
12 eylül darbesinden bu yana Türkiye'de bir vahşet gösterisi var; Dünyanın gözlerine bakıla bakıla sürdürülen bir vahşet gösterisi... Türk Silahlı Kuvvetleri yüksek komuta konseyi şeflerininin iktidarında ifadesini bulan bu vahşet gösterisi bilinçle, sistemli olarak ve sınırsızca sürdürülüyor.
Teorik olarak sorunun iç yüzü, ilişki ve bağlantıları, imhaya yönelinen hedefler ve bunun pratikte almış olduğu biçimler üzerine uzun uzun yazılıp çizilecek. Bunlar, bu yazının konusu değil. Okuyucu, bu yazıda 12 Eylül sonrası Türkiye’de sahneye konulan vahşet gösterisinin bir perdesini izleyecek. Yalnızca küçük bir bölümünü. Ama, genelde durum hiç de farklı değil. Tam tersine daha da vahim. Daha da kanlı.
Metnin yazarı şimdi Türkiye'nin dışında. Generaller, onun, avukatlık yapmasnıdan korkuyorlardı. Avukatlık hakkını elinden aldılar. Ceza yedi ve yasal olarak avukatlık yapamaz hale geldi. Şimdi, generallerin uzun vadeli imha planının bir uygulaması olan hapisanelerdeki durumu uluslararası kamu oyuna açıklıyor. Bir anlamda sanıkların savunmasını bu yolla sürdürüyor. 8 aya yakın bir tutukluluk süresi içinde Diyarbakır hapisanlerindeki gördüklerini, içine başka bir şey katmadan, yalın ve çıplak bir biçimde anlatıyor. Demokrasiden, insan haklarından, hukuk devletinden söz eden generallerin, perde arkasındaki uygulamalarının gerçek görüntüsünü, bağımsız denen yargının, bağımlılığını, yoktur denen işkencenin nasıl kurumlaştırıldığını, tutuklu ve hükümlüler üzerinde kanlı ve acımasız zulmün boyutlarını, direnmeyi dayanmayı, Türk devletinin anti-kürt nefretinin almış olduğu biçimleri ve bunun uygulamalarını anlatıyor. Bunlara eklenecek hiçbir şey yok. Ama çıkarılacak sonuçlar, sayılamayacak kadar çok. Bunlann başında da, olayların ve olguların çıplak gözle seyredilmesinin getireceği şey umutsuzluk değil, öfke olmalıdır. Bilinçle aydınlatılmış, örgütle disiplin altına alınmış bir öfke. Ayrıca, generallerin kanlı iktidarında ifadesini bulan Türk burjuvazisinin bu son ve büyük baskını karşısında, sınıflar mücadelesinin karmaşık boyutları, ağır görevleri görülebilmelidir. Harekete bulaştırılan her boydan oportünist eğilimin ve reformist yöntemlerin asla sonuç alıcı olamayacağı, vahşetin bir yanında da bu hata ve zaafların durduğu görülebilmelidir.
Umarız ki siyasal güçler görev ve sorumluluklarının bilinci ile hareket etmede daha fazla geç kalmazlar.
O.K. |