GİRİȘ
Geri kalmış Türkiye. Tarih biraz incelendikten; kültürüyle, sanatiyle, yapısı ve düzeniyle toplum gözden geçirildikten sonra yanyana koymaya insan elinin varmadığı üç kelime. Geri kalmış Türkiye. Kuralları, gelenekleri ve düşünceleriyle ortaçağı aydınlatan, yeniçağa ışık tutan bir kültür. Mevlânalar, Yunus Emreler, Evliya Çelebiler, Mimar Sinanlar. Dayanışmanın, kardeşliğin en güzel örneklerini veren Fütüvvetnameler. Toplumun ve ekonominin gerekleri uyarınca dini yorumlayan, ileriye dönük bir kurum gibi ondan yararlanmasını bilen Osmanlı akılcılığı. Ve geri kalmış bir Türkiye. Her biri devlet yönetme sanatının belgesi olan Mühimme defterleri. Çağın koşulları çerçevesinde başlı başına bir şaheser olan devlet. Devlet kurma alışkanlığı. Devlet yönetme ustalığı. Çağın en ileri ekonomik ve sosyal yapısı. Osmanlı ordularım bir kurtarıcı gibi karşılayan, eşitliği ve hürriyeti ondan bekleyen Avrupa halkları; yıkılmakta olan bir kölelik dünyasının yahut dağılmaya yüz tutmuş derebeyliğin yerinde kurulan Başka bir milletin ortak çabayla meydana getirdiği folklor ileri ve âdil bir toplum düzeni. Ve geri kalmış Türkiye, ve sanat özelliğini hemen her köyünde ayrı ayrı ve değişik şekilde yaratabilmiş Türkiye. Sanatının inceliğini ve görülmemiş çeşitliliğini âşıklarının sözünde, halılarının ilmiğinde, çevrelerinin nakışında yaşatan Türkiye. Geri kalmış Türkiye...
Meseleye değişik açılardan bakılabilir. Belirli bir kıyaslamanın çerçevesinde haklı gözüken bir teze göre, eşine az rastlanan kültür, medeniyet ve tarih hâzinesine sahip olan Türkiye, ilkel özellikteki toplumlara uygulanan bir sıfatla belirlenemez. Eğer Afrika geri kalmışsa, Türkiye onunla aynı ölçüye vurulamaz, aynı deyimle tanımlanamaz. Bu görüş kendi çerçevesinde şüphesiz doğrudur. Türkiye ile öteki geri kalmışlardan herhangi birini yanyana koysak, arada tarihin ve kültürün yarattığı büyük bir farklılık olacaktır. Ancak, geri kalmışlığın incelenmesinde, toplumun tarihî gelişme sürecinde aldığı yol ye başlangıç noktasıyla vardığı yer önemlidir. Bu açıdan, Türkiye bir Mozambik’ten, Kongo’dan, Guatemala’dan çok daha geri kalmıştır. Çünkü Mozambik her zaman aynı Mozambik olmuştur. Kongo aynı Kongo, Guatemala aynı Guatemala. Türkiye ise belirli bir dönemde öteki ülkelerle kıyaslandığında en ileri bir noktada gözükmektedir. Sonra gerilemeye başlamış, gerileye gerileye günümüze, aynı kıyaslama yapılınca çok arkada gözüken bir yere varmıştır. Yani, kavramın dinamik anlamıyla, tam bir geri kalmış ülkedir.
Geri kalmışlığın tarihini izlerken, çoklukla kullanılan bazı yöntem ve ölçülerden kaçınacağız. Türkiye’de konuyla ilgili çalışmaların çoğunda rastlanan alışkanlık, toplumu belirli bir dönemde donmuş varsaymaya, onun o andaki özelliklerini Batı kaynaklarının esinlediği ölçülere vurmaya dayanıyor..
Bu değerlendirme, hele Türkiye gibi çok sayıda ayrıcalığı olan bir ülkeye uygulandığında yanlış sonuçlar verir; ileriye dönük bir yönteme ışık tutmaya değil, geri kalmışlığın belirtilerini çoğu yetersiz ölçülerle sıralamaya yarar. Meselenin nedenine inmeksizin sonuçları ortaya kor; millî gelir düşük, beşlenme yetersiz, sanayi zayıf, dolayısıyla ülke geri kalmıştır der. Bn durum neden meydana geldi sorusunu cevaplayamadığı gibi, nasd düzelir sorusuna da çözüm getiremez. Ayrıca, geri kalmışlığı belirtilerine dayanarak açıklayan bu ölçüler Batı kültürünün etkisinde yaratılmıştır. Oysa geri kalmış ülkelerin yapıları ve özellikleri Batıdan kesinlikle ayrıdır. Kendilerine özgü kurumları, gelenekleri ve değer yargıları olan bu ülkeleri Batının değer yargılarını yansıtan ölçülerle sınıflandırmak, incelemeyi kaçınılmaz şekilde yanlışa sürükler.
Klâsik çerçevedeki araştırmaların yetersizliğinin bir başka sebebi, belirtilere dayanan ölçülerin geri kalmışlığın ancak donuk, statik bir incelemesine imkân vermesidir. Oysa, bütün ekonomik olgular gibi hareket halinde olan geri kalmışlık sorunu, belirli ve sınırlı bir anda ülkenin sosyal ve İktisadî durumu üzerinde yapılmış gözlemlerle çözümlenemez. Geri kalmışlığın incelenmesi, varoluş nedenlerinin ve çözümlerin aranması ancak olgunun dinamik özelliğine uygun, tarihten günümüze, hatta yarına kadar uzanan bir metotla mümkün olabilir.
Bu noktadan hareket ederek, Türkiye’nin geri kalmışlığını dinamik bir gelişme sürecinin içinde ele alıp nasıl ve neden oluştuğunu araştırmaya çalışacağız. Nasıl ve neden sorularının cevaplanabilmesi, tabiatıyla, geri kalmışlığın hangi yöntemle altedileceği konusunda bazı ipuçlarına işaret edecektir.
Türkiye’nin çok özel geri kalmışlık durumunu izlerken, geri kalmışlığın evrensel mekanizmasını hareket ve değişim sürecinde açıklayan dinamik bir modeli kullanacağız. Geri kalmışlığı belirtileriyle değil, oluşumuyla ele alan bu modelin, Fransız bilim adamı Gene Gendarme tarafından sunulan şeklini, onun yaptığı ayırım ve sınıflamaya, terminolojiye sadık kalarak vereceğiz. (') Ancak, Türkiye’nin çok değişik özelliklerinden ötürü, bu model bir tahlil aracı değil, sadece meseleye yaklaşım metodu olacaktır.
Burada bir daha belirtelim ki, Türkiye’nin geri kalmışlığı bir Afrika yahut Lâtin Amerika ülkesinin geri kalmışlığı değildir. Koskoca bir geçmiş ve geleceği olan, medeniyeti olan, sağlam temelleri hâlâ direnen ve kendini ileriye götürecek birikimi çeşitli alanlarda gerçekleştirmiş bir toplumun, geri bıraktırılmışlığıdır bu.
Gerî Kalmışlığın Evrensel Mekanizması
Geri kalmışlığın tarihsel oluşum içinde açıklanmasında, insan topluluklarının geçirdiği aşamalar iki ayrı dönemde ele alınabilir: 1) İleri üretim tekniğine sahip bir ülkenin etkisine toplumun henüz girmemiş olduğu ilk dönem. Tutarlı ve düzenli bir hayat tarzının, çok yavaş gelişen ekonominin belirlediği bu aşamadaki toplumlar, büyük özellikleri olan dengeden ötürü Eski Denge toplumları diye tanımlanabilir.
2) İkinci dönemin özelliği, toplumun dıştan gelen yıkıcı darbeler ve etkenler sonucunda dengesini kaybetmiş olmasıdır. Geri kalmışlığın objektif ölçülerinin belirdiği bu durum kalıcı ya da geçici olabilir. Eğer toplum, dengesizliklerin üstesinden gelip iç ve dış engelleri temizler, bünyesindeki sarsıntıyı bir silkinmeye dönüştürebilirse, kalkınmaya başlayabilir. Geri kalmışlığın, çocuk ölümlerinden üretimin düşüklüğüne kadar uzanan belirtileri yeni bir dengeye yönelen bu ülkede yavaş yavaş yok olur. Dengesizlikleri altedemeyen toplumlar ise hem eski tutarlılığını kaybeder hem de yeni bir temele oturamaz; yapısı, ekonomisi ve değer ölçüleri soysuzlaşır.
Günümüzdeki geri kalmış ülkelerin hemen hepsi böyle bir «sürekli dengesizlik» durumundadır. ..... |