Pirtûkxaneya dîjîtal a kurdî (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Ölüler Uyumaz


Nivîskar :
Weşan : Avesta Tarîx & Cîh : 1998-01-01, İstanbul
Pêşgotin : Rûpel : 118
Wergêr : ISBN : 975-7112-23-2
Ziman : TirkîEbad : 150x230 mm
Hejmara FIKP : Liv. Tr. 6849Mijar : Wêje

Danasîn
Naverok Pêşgotin Nasname PDF
Ölüler Uyumaz

Versions

Ölüler uyumaz

Söze sıgınmış bir dilin eski zaman söylencelerinden ilhamını alıp modern edebiyatın en uç akımlarından biri olan gerçeküstücülükte soluklanan hikayelerin yazarı Helîm Yûsiv... Sözlü anlatıma yaslanarak varlığinı korumuş, yasak bir dille, nasıl çağdaş edebiyat yapılabileceğini bağırmadan, usulcacık gösteren bir yazar…

Ölümün sonsuz uykusuna dalanlar konuşmaz, gülmaz, ağlamaz… Dolayısıyla uyumaz… Çünkü onlar ölüdü. Montaigne çok haklı : Ölümden hiçbir zaman kötülük gelmez, yaşarken yaşadığımız, ölüyken yaşamadığımız için… Ve bazı ölüler hep güzel kalır. Hele onlar “özgür bir kafanın yiğitçe çıkışlarıyla yapan” delilerse… Öte dünyada bir cumhuriyet kurar ve biz yaşayanların hayatlarına dair planlar yaparlar.

“Ölüler uyumaz” da kadim bir ülkede, kayıp masallarda artakalan temalar, yasak bir dilin yurdunda yüklenip, çağdaş edebiyatın doruklarında gezintiye çıkıyor. Hikayelerin etrafını saran gizemli rüyalar, “pis” kokular, üstesinden gelinemeyen korkular ve bütün o tuhaf işaretler, gündelik hayatta hepimizin etrafını çoktan sarmışlar…

Muhsin Kızılkaya

 


Ölüler güzeldir

Kesik kulak

Kapıdan içeriye adımını attığı anda, annesinin iki dudağının arasında bir uçurum oluştu:

- Remo oğlum, kulağına ne oldu?!..

Annesinin sesiyle elleri şakaklarına uzandı. Ürperdi. Parmakları sol kulağının yerinde boş bir arayışla gezindi. Gözleri faltaşı gibi açılırken, annesi onu sıkıca tutup, soru dolu gözlerle yitik kulağın yerine baktı. Başını' çevirdi, sağ kulağı yerindeydi ama biraz kızarmıştı. Annesinin sözleri korku damlaları gibi başından aşağıya aktı:

- Acımıyor mu Remo, kim yaptı bunu oğlum?!

- Hayır acımıyor, yarın doktora giderim.

Ama yarın gelmedi ve... hiç gelmedi...

Uyudu, uyandığında hâlâ geceydi. Saat çalışıyor, yelkovanı dönüyordu. Yedi oldu, on oldu, gün doğmadı. Bir gün daha geçti, ama aydınlık, karanlığı kovmadı. Aniden sokakta uğultulu bir kalabalık oluştu; köyün içine dağılan halk bu felaketten kurtulmanın çaresini arıyordu:

- Ne yapalım?

Bazıları camiye koştu, namaz kılıp Tanrıya yakarmaya başladı, bazıları oruç tutup sadaka olarak şeker dağıttı ve adak olarak kuzu adadı. Sabah olduğunda güneş yine doğmadı. Geçmişteki ay tutulmalarında yaptıkları gibi teneke çaldılar... Ne yıldızlar, ne ay, ne de küçücük bir ışık... Ufukta hiçbirşey görünmüyordu. Bu kara beladan kurtulmak için uzak şehirlere gönderdikleri gençler de, umutsuz döndüler:

- Bu Allahın bir hikmeti.. aklımız ermez!..

Böylece köy bir avuç is oldu.

Hırsızlık arttı, cinayetler çoğaldı, yüzlerce piyangocu (yanasip) peydahlandı... Boyacı, çerçi, çerezci... Pezevenkler, …




Weqfa-Enstîtuya kurdî ya Parîsê © 2024
PIRTÛKXANE
Agahiyên bikêr
Agahiyên Hiqûqî
PROJE
Dîrok & agahî
Hevpar
LÎSTE
Mijar
Nivîskar
Weşan
Ziman
Kovar