Birinci bölüm
Siyasi cinayetler
Susurluk'ta meydana gelen kazayla başlayan 'Devlet içindeki çeteler' tartışması, o günden bu yana ısrarla 'çete' ya da "Çiller Özel Örgütü" tanımıyla sınırlandı. Oysa, bugün tanık olduğumuz, daha doğrusu bize sızdırmak zorunda kaldıkları bütün bu 'sır'lar mekanizmanın beynine asla dokunmadığı gibi yanına bile yaklaşmadı. Var olan pisliğin bu denli küçük bir parçasının kamuoyuna yansıması ise çok daha tepede bulunanların gerekli gördüğü ve biraz da ’kaza'yla zorlandığı bir stratejiden ibaretti.
Kanalizasyon boruları gün geçtikçe artan pisliği taşıyamamış ve patlamıştı. Önceden yalnızca kokusunu duyduğumuz pislik mazgal deliklerinden fışkırmaya başlayarak görünür hale gelmişti. Devletin oturduğu binanın önce bodrum katlarını basmış, üst katlara tırmanmaya başlayınca da yapılacak tek şey kalmıştı. Patlayan boruların acilen daha geniş borularla değiştirilmesi ve mazgal deliklerinin işlevsel hale getirilmesi.
Şimdi yapılmakta olan da bu.... Pislik binanın en üst katını basmadan derhal yeniden yeraltına çekilebilmesini sağlamak. Elbette bizler yeraltından akan pisliğin o keskin ve iğrenç kokusunu hep hissetmeye devam edeceğiz. Bu kokunun ortadan kaldırılmasının tek yolu, devleti o köhne binadan yeni, pırıl pırıl bir binaya taşımak. Bunu yapabilmenin yolu ise, ’çete'yi 'Gladio' politikasından bağımsız değerlendirmemekten geçiyor.
Susurluk kazası bugün Türkiye’nin 'milat'ı sayıldı, gazete sayfaları ve ekranlar 'Türkiye'de artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak' ilanlarıyla kaplandı. Oysa Türkiye için milat çok daha önceki bir tarihti; '12 Eylül'
12 Eylül 1980 Darbesi öncesinde yaşanan kan, acı ama bir o kadar da umut dolu günlerin bir kısmına yakından tanık oldum. Kan ve acı her gün başka biçim ve renklerle hep sürdü. Türk halkı için vaat edilen huzur ve barış onlar için yeni rantlar ve güçten ibaretti. Geniş kitleler için olumluya doğru değişen hiçbir yenilik olmadı. Ama elimizden çok önemli bir şey alındı; Umut. Hızla apolitikleştirilmeye çalışılan geniş kesimlerin umutları da ellerinden alınınca, geriye suskun kitleler kaldı.
Şimdi başta ANAP- Anavatan Partisi olmak üzere pek çok siyasi, elleriyle yarattıkları bu kitlenin konuşmasını istiyor ve onların desteğine ihtiyaç duyuyorlar. Bir zamaniar kullandıkları silahlar şimdi kendilerine dönüyor. Eski polis Mehmet Ağar bile çıkıp 'Türkiye bir hukuk devletidir' diyor. 'Yargısız infaz' yapıldığından yakınıyor. Oysa Ağar, Menzir gibi polisler bir zamanlar yargısız infaz diyenlere 'bunlar devlet aleyhine çalışan bölücü örgütlerin laflarıdır' diyorlardı. Şimdi hukuk devleti onlara da lazım oluyor. Ağar, herşeyi bir zamanlar "zorla konuşturduğu" halkın yanında olduğunu ve herşeyi devlet için yaptığını söylüyor. 'Devlet' de tıpkı trafik canavarı gibi, soyut, nerde olduğu ne yiyip ne içtiği bilinmeyen bir yaratık sanki. Oysa devlet, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Ordu, meclis ve bürokratlardan oluşuyor. Öyleyse devleti bir yana ayıralım ve devleti zedelemeyelim demek, bu şahısların bazılarına dokunmayalım, çünkü onlar daha güçlü demek anlamına geliyor.
Kısacası 96O’lı yıllardan beri var olan Gladio / şimdi içindeki bazı grupları kontrol edemez hale gelince 'onları' tasfiye edip yeniden yapılanmanın yollarını arıyor. Elbette bu tehlikeli bir çizgi, çünkü "onlar" giderken bazılarını da götürebilirler. O yüzden de ağır aksak giden soruşturmalar, islim üstünde, kılı kırk yarıp dengeleri bozmadan sürdürülen araştırmalar bir türlü somut sonuçlara ulaşamıyor.
12 Eylül öncesine bugünden baktığımda, bana göre Gladio, onlara göre çeteleri temizlemek için yardımı istenen Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in yanısıra pek çok siyasinin hafızamda derin izler bıraktığını görüyorum. Su gibi kanın aktığı o günlerin büyük bir kısmında Demirel Başbakan, Erbakan ve Türkeş yardımcılarıydı. Yine bir dönem Ecevit bu ülkeyi yönetmişti. Bütün olanları hatırlayınca sanki traji komik bir oyun seyreder gibi hissettim kendimi. Bizzat yaşadığım o acılı günleri hatırlamak yüreğimi burktu.
Eminim, bugünkü deneyimim ve aklım olsaydı, o peşpeşe işlenen ve kısmen tanık olduğum sistematik cinayetleri başka gözle incelerdim. Ama ne yazık ki, henüz öğrenciydim ve gazeteciliğe adım atışımın ilk günleriydi. Yani neredeyse 20 yıl önceden bildiğim siyasiler, bugün yine siyaset sahnesinde ve yine 20 yıl önce adını duyduğum ya da gazeteci olarak izlediğim sıkıyönetim mahkemelerinde karşılaştığım katiller bugün yine gündemde. Küçük bir farkla tabii; Siyasilerden bazıları başarılı bir yükselişle devletin en tepesine tırmandılar, o günün katilleri de bugün kahraman ilan edildiler. O gün başka koşul ve yöntemlerle devletin hizmetindeydiler, bugün başka koşul ve yöntemlerle.
Devlet denen mekanizmanın işleyişini en iyi bilenlerden Korkut Eken ülkücülerin, "12 Eylül öncesinde de" kullanıldıklarını söylerken hangi bilgi ve belgeye dayandığını elbette bilmiyoruz. Muhtemelen geçmişte Bülent Ecevit’in de dile getirdiği Özel Harp Dairesi ile ilgili bilgilerine dayanarak söyledi.
Yıl 1980: kanlı senaryo
Terörün zirveye tırmandığı 1980 yılının daha ilk günleri postal sesleri de duyulmaya başlanmıştır Gazetelerin darbeden önceki son sayılarında, Latin Amerika ülkelerindeki darbeler artık manşete taşınmaya başlanmıştır. "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" misali ilk sayfalar, yalnız darbenin gelişini değil, nedenlerini de günlerce öncesinden ifade etmeye başlamıştı. ..... |