GİRİŞ
1 Mart 2003’te Meclis’te, Irak’ta ABD’ye destek olmak için askerlerine Türk topraklarını açmayı öneren hükümet tezkeresinin reddi, getirdiği tartışmalarla Türk kamuoyunun son yıllardaki en ciddi sarsıntılarından birini tetikledi.
Türk kamuoyu büyük çoğunlukla savaşa girmeme eğilimindeydi. Meclis’i de öyle. Hükümet, Genelkurmay ve Dışişleri ise, savaşa girmeye can atmasa da, Türkiye’nin güçlü müttefiki ABD’yle ilişkilerinin bozulmaması baskısı altındaydılar. Bir yandan da, komşu bir ülkenin rejimini, ne kadar acımasız bir diktatörlük olursa olsun, dış askeri müdahaleyle değiştirilmesine ortak olmamak gibi siyasi-ahlaki bir refleks bulunuyordu. Türkiye’nin üyesi olmak istediği AB, Irak konusunda bölünmüştü. Türkiye, yönetimiyle, halkıyla zor günler geçirdi. Irak’taki çatışma ortamı devam ettiği müddetçe de kimse rahat bir nefes alamayacak.
Bu zor sürecin dönüm noktalarında, 6 Şubat, 1 Mart, 20 Mart ve 7 Ekim’de, AK Parti hükümetlerinin TBMM’den askeri yetkiler istediği dört tezkere var. Bunların üçü kabul edildi, 1 Mart’taki ise edilmedi. Kökü 1991'deki Körfez Savaşı’na dayanan Irak Savaşı’nın Türkiye açısından kilit noktasında ise, işte kabul edilmeyen bu tezkere yer aldı. Kitabın adı, bu nedenle Tezkere oldu.
Toplumların hayatında pek de sık görünmeyen bu şiddette siyasi gelişmeleri sıcağı sıcağına yazmak, yazan açısından risklidir. Tıpkı Irak ve tezkere krizi olayında olduğu gibi, tozun dumanın oturması, olayların berraklığıyla görülebilmesi zaman alır. Ancak çoğu zaman bu berraklaşmayı beklemek, gelişmelerin sıcaklığı içinde yaşananların, o gün için kritik olan bazı dengelerin, şahısların, olayların gölgede kalmasına yol açabilir. Belki siyaset tarihçisi için bu yöntem çalışma rahatlığı sağlayabilir.
Siyaset gazetecisi içinse olayların, olduğu zaman kesitinde fotoğrafını çekmeye çalışmak mesleki açıdan daha çekicidir. Bu yöntemin riski, bazı gelişmelerin, devletlerin gizlilik kurallarını henüz tamamıyla aşamamış olması, dolayısıyla çalışmada yer alamamasıdır. Getirisi ise, henüz gelişmeler toplumun hafızasında tazeyken o ana dek örtülü kalmış bazı gerçeklerin anlaşılmasını, kamuoyunun olabildiğince aydınlatılmasını, bazı hataların tekrarlanmamasını sağlamak olabilir.
Önümüzdeki dönemde Irak krizine ilişkin yeni gelişmeler meydana gelebilir, yeni belgeler ortaya çıkabilir, yeni kitaplar yazılabilir. Bu kitap siyaset gazetecisinin mesleki risk alıp Türkiye’nin son zamanlarda geçirdiği bu en önemli dış politika travmasının sıcağı sıcağına hikâyesini anlatma çabasının ürünüdür.
Kitabın yazılması sürecinde, gelişmelerin tam içinde aktör olarak yer alan, siyasetin, diplomasinin, askeriyenin önemli isimlerinden çok değerli yardımlar aldım. Onların yardımı, ön okumaları, tavsiyeleri, eklemeleri bu kitaba çok farklı boyutlar, bilgiler kattı. Büyük çoğunluğu halen aktif görevde ve hepsi isimlerinin gizli kalması kaydıyla yardımcı oldular.
Saygı duyuyorum ve müteşekkirim. Kitabın hazırlanmasındaki yardım ve destekleri için İsmet Berkan ve Nuri Çolakoğlu’na da teşekkür borçluyum.
Birinci Bölüm
Ankara’ya Haber Verildiğinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in üst dudağının sağ yanı hafifçe seğirdi. Yıllar içinde, önem verdiği her sözü söylerken böyle bir tik geliştirmişti. “Askeri harekât yanlış olur,” dedi.
Çankaya Köşkü’nün kırmızı kabul salonunda sinek uçsa duyulacak bir sessizlik vardı. Solunda oturan Milli Savunma Bakanı İsmet Sezgin Demirel’in sözün sonunu nasıl getireceğini merak ederek dikkat kesildi. Toplantıya müsteşarı Korgeneral Şener Eruygur’la birlikte gelmişti. Karşısında, Demirel’in hemen sağında oturan ABD Savunma Bakanı William Cohen de renk vermeden Demirel’e bakıyordu. Dışişleri’nden Ortadoğu uzmanı müsteşar yardımcısı Büyükelçi Uğur Ziyal endişeli görünüyordu. Sözün sonunun nasıl geleceğini tahmin eden ABD’nin Ankara Büyükelçisi Mark Parris, gözünü önündeki dosyaya indirdi.
Demirel devam etti: “Yanlış olur. Çok yıkım olur. Bölgedeki dengeler bozulur.” Cohen, ABD Başkanı Bili Clinton’dan Demirel’e getirdiği ve “Dear Süleyman” (Sevgili Süleyman) diye başlayan özel mesaja ters düşmemeye çalışarak, özenle seçtiği kelimelerle konuştu: “Sayın Cumhurbaşkanı. Bizim açımızdan Irak’taki mevcut rejimle diplomasinin getirebileceği bir şey kalmadı. Saddam Hüseyin rejiminin Irak halkına da, bölgeye de, size de zarar getireceğine inanıyoruz. Durum çok ciddi. Sizinle 50 yıla dayanan bir ittifak ilişkimiz var. 1991’den bu yana Irak üzerinde işbirliği yapmanızı takdir ediyoruz. Saddam rejiminin Birleşmiş Milletler kararlarına uyması için yeniden güce başvuracağız. Bunun için desteğinizin devamını talep ediyoruz. Ancak kararlara uymamakta ısrar sürerse rejimin askeri seçenekle değiştirilmesi, kara birliklerinin devreye girmesi (introduction of ground forces) gündeme gelebilir.” ..... |