La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Vakayiname


Auteur :
Éditeur : Avesta Date & Lieu : 2002, İstanbul
Préface : Pages : 246
Traduction : ISBN : 975-7112-74-7
Langue : TurcFormat : 125x195 mm
Thème : Mémoire

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Vakayiname

Vakayiname

"Yeni kuşaklar kitabımızın adından birşey anlamıyorlarsa, haklılar. Nereden bilecekler ki Vaka'nın olay, Name'nin de mektup veya yazı olduğunu? Hele, yi'nin ikisini birleştirerek 'olayın yazılışı' olacağını nereden bilsinler?..

"Kitabımızda o gün, o hafta veya ay içinde olan olayları, olabildiği kadarıyla aynen yazdık... Eh, herhalde Musa Anter'in 1987-1992 Vakayinamesi ile atamız Maryaşua'nın 487-497 Vakayinamesi arasında biraz fark olacak ama bu fark çok değil. Çünkü, bakıyorum 1500 sene içinde insanlık çok az ileri gitmiştir."


ÖNSÖZ

Yeni kuşaklar kitabımızın adından birşey anlamıyorlarsa, haklılar. Nereden bilecekler ki Valka'nın olay Name'nin de mektup veya yazı olduğunu? Hele yi'nin ikisini birleştirerek "olayın yazılışı" olacağını nereden bilsinler?

Kitabımıza bu adı takmamızın bizce bazı zorunlu anlamları vardır. Mesela eski Vakayi Nüvisler bugünkü mana ve metotla tarih kitaplarını yazamazlardı. Onun için; aşağı yukarı bir takvim yaprağı gibi; her gün, o ay veya yıllarda, kendilerince önemli ve kendilerine zarar gelmeyecek olayları yazarlardı.

Genellikle bu olaylar bir nevi harb tarihi, saray olayları, bazan da veba, kıtlık, çekirge... buna benzer şeyleri yazarlardı. Yoksa sosyal, demokratik inan hak ve hukuku gibi temalara temas edip irdelemesini yapamazlardı.

Mesela; falan kral, imparator, şah veya padişah şu kadar askerle, diğer bir kuvvete hücum etti, yendi veya yenildi, şu kadar esir alındı, şu kadar mal, para, kıymetli eşya ve arazi elde edildi veya elden çıktı...

Süryani Maryaşua Vakayinamesi bu özellikle güzel bir örnektir. Maryaşua Diyarbakır'ın bugün Sımaqi adıyla anılan köyündendir ve aynı köyün papazı Kürt bir Hıristiyandır. Urfa Patriği'nin isteği üzerine MS 485'ten 497 yılına kadar Mezopotamya'da İranlılarla Bizanslılar arasındaki canavarlığm 12 senesini günü gününe yazdığı gibi bu arada bazı doğal afetlere de değinmiştir.

Mesela atamız bilgin Maryaşua der ki; "Romalılar Diyarbakır'ı kuşattılar. Kuşatma 3 sene sürdü. Halk o kadar perişan ve aç kaldı ki birbirlerini yemeğe başladılar. Surun içindeki İranlı kumandan bunu duyunca, bir kadını pişirip yiyenleri idam etti. Fakat sonradan halkın haklılığını anlayınca sağların değil de ölenlerin yenmesini serbest bıraktı."

Zaman geçti, Müslüman Araplar Mezopotamya'yı istilaya başladılar. Hicri 26 senesinde Diyarbakır ve Silvan'ı kuşatan Halid bin Velid, kuşatma sırasında vurulan oğlu Süleyman'ın fidyesi olarak 60 bin Diyarbakırlının kafasını vurdu. Bugün hâlâ o yere kellehane diyorlar...

* * *

İşte bu kitabımızın metodunda tarih içindeki Vakayinameleri gözönüne aldık. Yani o gün, hafta veya ay içinde olan frapa olayları olabildiği kadarıyla aynen yazdık. Bu yazıların bir kısmı çeşitli yayın organlarında ve Yeni Ülke'deki köşemde yayınlanmış yazılardır, bir kısmı ise hiç yayınlanmamış yazılardır. Eh, herhalde Musa Anter'in 1987 Vakayinamesi ile, atamız Maryaşua'nın 497 Vakayinaıesi arasında biraz fark olacak ama, bu fark çok değil. Çünkü bakıyorum 1500 sene içinde insanlık çok az ileri gitmiştir.

Medeni alemi, yani uygar Avrupa ve Amerika'yı İkinci Dünya Savaşında gördüm. Aşağı yukarı aynı canavarlık sürüyordu. Şimdi de yeni canavarlıklara hazırlanıyorlar.

Sözümona uygar alemin yeni canavarlığı kuşatma ile, kılıçla, kelle vurmakla değil, haşere ilacı Şeltox gibi zehirler veya nükleer ve kimyasal silahlarla toptancı bir şekilde oluyor. Kim bilir; belki bu silahlarla ve Hitler'in gaz odaları ile insanlara çok acı çektirmedikleri için bunlara uygar sıfatı uygun görülmüştür.

Hele Maryaşua'nın Mezopotanıya'sı aşağı yukarı hiç değişmemiştir. Buna Orta Doğu'yu da katabiliriz.
İşte İran, Irak, İsrail ve Türkiye.

Bunlarda da merhamet, şefkat ve insan saygısı yoktur. 8 senedir İran ve Irak'ta bir milyonu aşkın asker çağında (hatta 20 yaşına bile varmayan) genç öldürüldü, esir oldu ve yaralanarak sakat kaldı. Doğal olarak bir kaç milyon çocuk, ihtiyar, kadın, ana ve babalar, dul ve yetimler geride bağrı yanık, Orta Çağ insanı gibi kaldı. Neden?

Sayın Saddam Hüseyin (bir orta okul öğretmenidir) mareşalinin kaprisi için... Sözümona, Ahvaz ve Şattülarab'ı alıp milli kahraman olsun diye, bu kadar insanın ölmesine, ıstırabina sebep oldu.

Peki Saddam'ın bu kaprisinin bundan 1500 yıl evvelki İran hükümdarı Kavat'ın, Nusaybin, Urfa, Harran ve Diyarbakır'ı almak için kapıldığı kapris ve manyaklıktan ne farkı vardır?

Hele İsrail'in Tevrat, Zebur, İncil ve Kuran'ı tapu senedi gibi yorumlayarak "İlahi hükme dayanarak Filistin Ben-i İsrail'indir" mitolojik lafına uyarak bugün Filistinli Arapların başına getirdiği felaketin Kavat ve Bizanslıların bölge halkına yaptığı zulüm ve insanlık dışı işkencelerden ne farkı vardır sanki ?

Hele iki gözüm, bugünkü Türkiye idarecilerine bakalım...

Kaç bin senelerden beri, keklik gibi, geyik gibi, tavşan ve diğer yabani yaratıklar gibi dağlara sığınan Kürtlerin durumuna bakalım...

Kavat, Mezopotamya halkının din değiştirmelerini zorluyordu. 1500 sene sonra da sayın Özal ve sayın Kozakçıoğlu da aynı bölge halkının milliyetlerini zorluyorlardı. Peki ne fark var (İran hükümdarları Kavat kendi kız kardeşi ile evlendiği için halk arasında bu gibi hareket edenlere kavat denir.)

Yukarıda dedik ya; 1500 sene içinde insanlık pek değişmemiştir, Orta Doğu'nun bu kadar peygamberlerine, filozof ve bilim adamlarına rağmen...

Son ve en üstün peygamber olan Hazreti Muhammed orda .doğuyor ama Mezopotamya'ya hiçbir şey getirmemiştir. Tam tersine bugün onun ümmeti, yani Hz. Muhammed'i takip edenler adeta insanlığın yüzkarası durumuna düşmüşlerdir.

Misal mi istersiniz; işte Endonezya, Bangladeş, Pakistan, İran, Irak, Suriye, tüm Arap Şeyhlikleri, Suudi Arabistan, Yemen ve Malezya, Sudan, Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Fas ve meşhur Türkiye... Aşağı yukan bütün bu İslam devletleri, yani tüm ümmet-i Muhammed birbirine benzerler.

Bakıldığında devlet başkanları ya zorbalıkla başa geçmiş askerdir veya fanatik ruhani bir reis ve emirdir. Bazen de bu etkenler altında, güdümlü bir sözümona demokratik seçimle seçilmiş kimselerdir. Bangladeş, Pakistan, Türkiye, Libya, Irak, Arabistan, Yukarı Yemen Fas'taki hakimiyetleri, sözümona atalarının yüzüsuyu hürmetinedir. Geri kalan İslam alemi uluslarının idare tarzları da bugün için yüz kızartıcıdır.

Sanat, kültür ve 20. yüzyılın üstün ilerlemesinden yoksundurlar. Bu ümmet-i Muhammed'in bazı ülkeleri, tesadüfen altlarında çıkan petrolden geçiniyorlar (o da bazı sınıf ve ailelerin çıkarına). Geri kalanlar, ister petrol bölgesinden olsun, ister bizim gibi toprağa bağlı olsun, perişan cahil ve gerek kişisel ve gerekse devlet olarak, soy-sopça borçlanırlar.

İşte ben de bu bölgede yaşıyorum ve bölgenin bu atmosferini yazılarımda simgeliyorum. Gayet doğaldır ki iç açıcı bir şeye rastlayamayacaksınız.

Tüm yazılar Fuzuli'nin "şikayetnamesi" gibi üzüntülü birer arzuhal niteliğindedir.

İslam alemini bıraktım. Çünkü bugünkü koşullarla ve eski tabirle gayri kabili ıslahtır. Yani düzeltilemez. Ama hiç olmazsa yazılarımın birer arzuhal, yani dilekçe durumunda olanları eğer Türkiye'de kendi çapında etkin olursa, işte o zaman mesut ve bahtiyar olurum.

Musta Anter
İstanbul 28.2.1991




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues