La bibliothèque numérique kurde (BNK)
Retour au resultats
Imprimer cette page

Romantik Korno


Auteur :
Éditeur : Avesta Date & Lieu : 1998, İstanbul
Préface : Pages : 88
Traduction : ISBN : 975-7112-54-2
Langue : TurcFormat : 130x195 mm
Code FIKP : Liv. Tr.Thème : Poésie

Présentation
Table des Matières Introduction Identité PDF
Romantik Korno

Romantik Korno

Akif Kurtuluş


Bu kitapta yer alan yazılardan "Bizim devletimiz ne zaman olacak?" Özgür Gündem'de, "Romantik korno" "Kunduz düşleri'nde", "Ağbi gitme", "Bir şehri sevmek", "İnönü ve üç doktoruna 'sefa'lar", "Defterin sahibi", "Cesaret satar umut alırım", "İbran Osman'ın fötr, şapkası", "Dil ile kalp", "68 Mehmet", "Unutuş sinsidir bellek narin", "Şerefe ışık" Demokraside yayımlanmıştır. "Akik" (şiir), "Cadının biridir o" ve "Elveda" başlıklı yazılar ise ilk kez yayımlanıyor.



Akif Kurtuluş: 1959 Ankara doğumlu. İlkokulu Ankara'da, ortaöğrenimini Antalya ve Seydişehir'de tamamladı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. "Yalan şiirler", "Tören provası", "Kırgınlıklar galası" adlı şiir kitapları ile "Politika ve sanat (Ekim devrimi 1917-1932)" araştırma kitabı ve çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayımlandı.



İZNİNİZLE

Şurda burda, aslında daha çoğu "bir" yerde yayımlanmış yazıları "kitap" yaparken, bunların başına bir önsöz söylemem gerekir mi, gerçekten emin değilim.

Bu kitaptaki -deneme mi deniyor metin mi bilemiyorum- yazıları, ben yazdım. Ben şimdi, galiba, biraz konuşmak istiyorum.

Şiirlerimi hep daha çok önemsedim. Fakat Demokrasi'de yayımlanan ve bir iki ekle elinizdeki kitapta toplanan diğer yazılarımı ise daha çok sevdim. İkincisinin benim edebiyat serüvenimde üvey evlat oluşuna ödenen bir bedel ya da vicdan azabı mı bu yoksa? Ya da şöyle mi söylemeliyim? Şiirin dışında yazı adına ne varsa benim için üvey evlattı ve ben "onlar"a üveyliğini hissettirmemeliydim. Evet, tam da bunun için, belki de sevgimi abarttım.

Şimdi bu satırları yazarken, bu abartının hiçbirimizi rahatsız etmeyeceğini umut ediyorum.

Bu kitapta, en azından benim hayatımın -özeti demeyi çok isterdim- beni utandırmayacak bir kesiti var. Şimdi bu kesite ben de dönüp bakıyorum; sancı, acı, bir -kırgınlık, belki de yine de bir umut görüyorum orda.

Bir iki şey söyleyeceğim; fakat anlaşılabilmek, belki de anlaşmak için bir parantez açmam gerekli. Sevdiklerime, bu ister özne olsun, isterse de nesne, en azından beni rahatlatacak bir özeni gösteremedim. Özen diye yazdığıma bakmayın. Benim burda kastettiğim aslında, "ihtimam"dır. İhtimamda hep bir eksiğim oldu ama, sevgimde kuşkum yoktur. Hayat da benim için böyle bir şey. Sevdim, ama herhalde beni tatmin edecek bir ihtimam gösteremedim. Ölümden korktuğumdan mı? Yine de bu korkunun, bende uyandırdığı hiçbir saygı yok.

Hayata benim için "yeterli" özeni göstermediğimin sorumlusu ölüm korkusuysa, demek ki tuhaf bir paradoksla yüz yüzeyim.

Bu paradoks, keşke, benim hayatla ölüme bakışımdan ibaret olsaydı. Hiç farkında değilmişim. Geriye, yani bu kesite dönüp baktığımda, bu kitaptaki yazılarda, derinden derine bu paradoksu görüyorum. Sevdiğine özensiz, korktuğuna saygısız yazılar bunlar.

Size de ilginç gelmiyor mu? Sevgi ve kurkuyu, karşıt iki sözçük gibi kullandım. Oysa bize öğretilen, sevgiye karşıt sözcüğün nefret olduğudur, değil mi? Ben bunu öğrenemedim. 8 Haziran 1995 tarihinden bu yana görmediğim bir arkadaşım, Ankara Adliyesi'nde karşı karşıya geldiğim bir sabah Ahmet Altan'ın nefreti öven bir yazısını okumuştu. Benim aynı binada daha bitmemiş bir - iki işim vardı ama onunla o binada artık bir işim kalmamıştı. Adliye'yi terkederken, bana o yazıyı okumamı kendi üslubuyla öğütledi. Sabah evden çıkarken aynı yazıyı okumuştum ve yazı, yazarının sevmediğim ender yazılarından birisiydi. Çünkü bu duyguyu hiç tanımadım. Bir gün cinayet işleyebileceğimi düşündüm ama nefret edebileceğimi hiç düşünmedim.

Sivas Davası, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde görüldü ve ben bu davada avukatlık yapmadım. Bu dava benim için "Behçet davası"ydı. İlk kez 1997 yılının bir Mart günü bu dava için DGM'ye gittim. Cübbemi giydim ve müdahil avukatlar arasında yerimi aldım. En arka sıradaydım. Tıp literatürüne de girmiş bir hastalıktır "Behçet". Ben de kendi kendine Behçet Hastası tanısı koymuş birisi olarak bulunduğum duruşma salonunda, tutuklu sanıklar arasındaki dört kişiyi uzun uzun süzdüm. İçlerinden birisi, belki de dördü birden Behçet'in katiliydi. Belki de hiçbirini. Dördünden herhangi birisini öldürebileceğimi düşündüm. Çaresizdim. Dördünden hiçbirisine benden yansıyan bir nefret duygusu yoktu. Umudum vardı çünkü.

Büyük konuşmak istemiyorum; hayat üzerinden akıp giderken daha farklı düşünebilirim. Ama, şimdilik -ve hatta bizim dava dilekçelerimizde söylediğimiz gibi, fazlaya ilişkin haklarımı saklı tutarak- şuna inanıyorum: Kendini ya da başkasını farketmez; öldürmek, çaresizliktir.

Köprüaltı Aşıkları'nı seyrettiniz mi? O aşığın çaresizliğini görmemeniz olanaksızdır. Bir geceyarısı, aşık olduğu Binoche'un resimlerini şehrin duvarlarına kadının zengin babasından aldığı parayla afişleyen, kendisi gibi yoksul bir adamı nasıl yakar! Çünkü ertesi sabah bütün bir şehir kadını elinden alıp babasına teslim edecektir.

Çaresizliği anlıyorum ve benim dünyamda "bir fincan kahvelik" bir yeri var. Nefreti ise anlamam mümkün değil.

Kimseden nefret etmiyorum ama, benden nefret edenlere karşı, çaresizlikten başka çekeceğim bir silahım da yok.

Bu kitaptaki yazılar üzerine "konuşmak", beni sıkmıyor değil. Yine de bu yazıların bir "okur"u olarak, sade bir okur olarak da iki kelime etmek isterim: Sevgiye özensizlikle korkuya saygısızlık, çaresizlikle umut arasında gidip gelen yazılar bunlar. Şehirler, ilçeler, kışlalar, adliye koridorları, otel odaları, arka odalar, şehirlerarası otobüs terminalleri, garlar, hava limanları, artık ne derseniz... Bulunduğu her yeri "yazıhane" olarak kullanmış sayıklamalar belki de.

Bu yazıların bir "sayıklama" olabileceğini, ilk kez "Bir şehri sevmek"in yayımlandığının haftasında gelen bir zarfı açtıktan sonra düşündüm. Büroma gelen bir mektup, "Bir doktor" imzalıydı. "Bir aşkta boşuna demokrasi arıyorsun" diyordu; "Aşkta demokrasi olmaz!" Oysa benim ilk gençliğim buna inanmakla, bunu kanıtlama çabasıyla geçmişti. Yıllar sonra belki de bir şaka niyetine gönderilmiş bir selamken, siyasal terbiyemde hep bir tartışma konusu yaptığım "demokrasi" sözcüğünü; neden -nerdeyse- bir hakaret olarak algıladım? Bunun bir yanılsamadan, bir şakayı aşağılanma olarak yaşayışımın bir abartıdan ibaret olup olmadığından emin değilim. Ancak bir şey var ki, artık ben de aşkta Demokrasi olduğuna kimseyi inandırmak istemiyorum. Sadece, olmayacağına gücüm yettiği ölçüde direnmeye, teslim olmamaya çalışıyorum.

"Önsöz" niyetine yazılmış "İzninizle"yi yazdığım bugünlerde, Akik'i tamamladım. İlk kez bu kitapta yayımlanıyor. Romantik Korno'daki yazıların ruh haline uyduğunu düşündüm; ya da ben uygun buldum, değilse bile, uydurdum. Bu kitaptaki yazıların "zamanı"na bir nokta koydu. Akik'le başlamak istedim.

Direnmek, demiştim...
Yazdıkça direniyorum.
Yazarak özgürleşiyorum.
Yazıyorsam, esir olduğum için.

Akif Kurtuluş,
Ankara, haziran 1998

akik

baldırların izin verse, yavru bir köpek gibi koyardım patilerimi
göz koyan incidir ama, gözümü alan sedef kadardır sadakatim

acıydı vefanın peşinatı, taksidi kırgınlık, ödedim bitti
bakiyesi nezaket, hoyrat bir ihanetin bedeli inciyse def olurum

inciden kovulmuş bir aşk bu, boynu yadırgar sedefi
bu kolyenin tam ortasında kan içinde kalmış kalbim

bir sedefkarın elleri gibi dingin, inci avcısı gibi sinsi
artık ben batık bir geminin bordasındaki istiridyeyim

kabuğumdan biri sedef döker, kakmakta öbürü inciyi
kopkoyuldum, musahhihin gözünden kaçarsa akikim

kıradım kendimden menkul, zaten kendikuyum'cuyum
defse bu, hala aklımda kuyuya atılan incinin sesi

izledim nefret beslediniz, oynadım şirret buldum
bendeki maharet hepinizin nazarına değdi
şu ayaklarımdaki zincir, birinci sedef, birse definci
n'olur birisi gömsün bu cesedi
başımda rakı içelim, şımaralım, ağlayalım

.....




Fondation-Institut kurde de Paris © 2024
BIBLIOTHEQUE
Informations pratiques
Informations légales
PROJET
Historique
Partenaires
LISTE
Thèmes
Auteurs
Éditeurs
Langues
Revues