VersionsCinlerin Çocukları [Türkçe, İstanbul, 2002]
Children of the Jinn [English, New York, 1980]
Cinlerin Çocukları
Margaret Kahn
Avesta
Margaret Kahn ve kocası, 1974’te İran Kürdistanı’na Kürt dili üzerinde çalışma yapmak amacıyla yaptıkları gezide, bir kuzeybatı şehri olan Rezaiye’de İngilizce öğretmenliğine başladı. Kürtler resmi olarak tanınmadıklarından dolayı, Kürtlerle ilişki kurmaya teşebbüs ettiğinde, Kahn’ın işi yanlış yönlendirme ve kuşkulu sessizliğin labirentine dönüşüyordu. Dil, gelenek ve siyaset engellerinden yavaş yavaş sıyrılan Kahn, Kürdistan’a ve onun mirasına olduğu kadar, ölmeyen bağımsızlık rüyasına da Sıkıca yapışmış olan bir halkı "keşfetti". Rezaiye’nin Türk ve Farslarından farklı olarak, Kürt kadınları yazara çok sıcak davrandı. Gökkuşağı renkli elbiseleri, diğer Müslüman kadınların kara çarşafları arasında hemen göze çarpıyordu. Sert mizaçları, İranlı köylü kadınların olgunluğuyla iç içegirmişti. Kürtler hakkında yazı yazan az sayıdaki Batılı kadınlardan biri olan Kahn, haremin üyeleri ve yoksul köylerde çocuklarının geçimini sağlayan insanlar olarak kadınların oynadığı role büyüleyici bir yaklaşımda bulunmuştur.
Kahn; anekdotlarla, tarihle ve özgün bir anlayışla, tarihsel köklerinden başlayıp teknoloji, feminizm ve şehir yaşamının doğasında varolan günümüz çelişkilerine kadar uzanarak Kürtlerin canlı bir portresini yapmıştır. Günümüzün gazete başlıkları kadar güncel olan "Cinlerin Çocukları", zulmedilen, boyun eğmez bir halkın, dünyanın en hızlı değişen bölgelerinden birinde nasıl ayakta kalabildiğini anlatıyor.
"Cinlerin Çocukları, olağanüstü ve yiğit bir halkı tanımak için başvurulması gereken ve çok ihtiyaç duyulan bir kaynaktır."
Margaret Kahn: 1976'da Kürt dili hakkında hazırladığı tezle doktorasını yaptı. Amerika Birleşik Devletleri, İran ve Mısır daki üniversitelerde İngilizce ve dilbilimi öğretmenliği yapmıştır. "Harran! Encyclopedia of Amerinin Ethnic Groups" ansiklopedisinde bulunan Kurtler hakkındaki girişin yazan olan Kahn, kocası ve kızıyla birlikte Califomia'da yaşamaktadır.
ÖNSÖZ
Sultan Süleyman asırlar önce cin olarak isimlendirilen gizemli ruhlardan beş yüz tanesini krallığından kovdu ve Zagros dağlarına sürgüne gönderdi. Bu cinler ilk önce, kendilerine gelin yapmak için beş yüz güzel bakire seçmek amacıyla Avrupa’ya uçtu. Sonra, onları da alarak Kürdistan olarak bilinen topraklara yerleşti. Bu, gaddarlık ve misafirperverliğin oluşturduğu çelişkili kombinasyonla tanınan, kumral tenli, açık renk saçlı insanların, bugünkü İran, Irak, Türkiye, Suriye, Azerbaycan ve Ermenistan sınırlarıyla bölünmüş topraklar üzerinde uzanan dağlara yaşamak için nasıl geldiklerini açıklamaya çalışan binlerce efsaneden sadece biridir.
Dilleri Fars-çaya yakın olup Avrupa dillerinin çoğuna olduğu kadar İngilizceye de uzaktan akrabadır. Dağlarına kapanmış olan Kürt-ler, Türk ve Araplarla evlilik ilişkilerine, Farsların girdiği kadar girmedi. Bazı Kürtlerin Mandalılara, hatta İsveçlilere benzemelerinin nedeni belki de budur. Belki de, asırlar önce AvrupalI bakirelerin Cinlerden aldıkları genlerden dolayıdır.
Kürtleri araştırmaya koyuldum, çünkü onlar benim için evimden uzakta bir serüveni ve araştırılmasının gerekliliğine inandığım haklı bir gerekçeyi ifade ediyordu. İran'a bir uçak biletim ve orada beni bekleyen bir işim vardı. Fakat gideceğim yer İran değil, Kürdistan’dı. Kürtlerin ülkesi Kürdistan’ı gösteren, kendilerinin veya dostlarının çizdiği haritalardan başka bir harita yoktu. Yollan gösteren herhangi bir işaret, turist büroları veya rehber yoktu; ama sorduğunuz yerin tam tersini çabucak ve zor kullanarak işaret eden sivil polisler vardı. Oysa Kürdistan, gerçekte var olan bir yerdir. Kendi sınırlan ve kendi şehirleri var. Kendi dili var. Dağların sisleri arasındaki diğer gizemli krallıkları bulmak için yapılan araştırmalarda olduğu gibi, bulunması zaman alan Kürdistan, bir yabancı için girilen ve çıkılan, sonra da şaşırtıcı bir şekilde yüzüne kapanan bir girişe sahiptir. Pek çok Amerikalı ve Iranlı, niçin Kürdistan’ı araştırmaya karar verdiğimi anlamakta güçlük çekmiştir. Bu işte para olmadığı gibi Fransızca ve Arapça için sözkonusu iken, yeterli sayıda yazılı Kürt edebiyatı da yoktur. Birçok îranlı, Türk ve Araba göre, Kürtçe bir dil bile değildir. O sadece, kendisini alim olarak gören bazı kimselerin etkisi altındaki cahillerin konuştuğu bir diyalekttir.
Kürtler, benim niçin dillerini seçtiğiçıi anlama konusunda hiçbir probleme sahip değildi. Kendi yaşamları ve toprakları için savaşan bir halk için anadil çok değerli birşeydir. Kürtlerin hepsi Avrupahlar gibi sarışın değildir; bazıları Araplara benzer. Bütün Kürtler şalvar veya renkli elbise giymez; bazıları şehirlerde yaşar ve çağdaş Batı kıyafetleriyle üniversitelere giderler. Fakat geçmişten şimdiye kadar, eğitim görmüş ya da cahil, sarışın veya esmer, Türkiye, İran, Irak veya diğer bölgelerde yaşayan Kürtlerin hemen hemen hepsi Kürtçe konuşmuşlardır ve konuşmaktadırlar. Sadece, modernizasyonun geçtiğimiz son birkaç on yılında, üç devlet, Kürt kimliğinin bu son ve en önemli özelliğini zayıflatmakta başarılı olmuştur.
Kürt giysileri, takıları ve el sanatları -egzotik kabile halkının hakim kültüre artık bir tehdit unsuru olmaktan çıkmasından sonra Amerika’da yerli kültür için moda olması gibi- İran’da moda olacaktır. Bu gerçekleşir gerçekleşmez, daha rahat durumda olan lranhlar, Kürtçeyi araştırmak isteyen insanlarla daha çok ilgileneceklerdir. Fakat ben o zamana kadar beklemek istemedim. Nasıl olsa bu zaman hiç gelmeyecek diye düşünüyorum.
Kürtler, İran şahlarının tavus kuşu taçlarını takmasından ya da Persepolis’in sütunlarını dikmesinden çok önce kendi dağlarına yerleşmişti. Hazreti Muhammed’in doğumundan çok önce Kürtler Zerdüşt inancını benimsemiş, iyi ve kötü tannlan tanımış, ateş tapınaklarını yapmış ve yeni gün anlamına gelen Newroz’u ilkbahar ekinoksunda kutlamıştır. Arap-lar geldiğinde, Orta Doğuluların çoğunun yaptığı gibi, Kürtler de İslâmî kabul etti. Kürtler, Aslan Yürekli Richard ve 1187’de Kudüs’ü yeniden ele geçirmek isteyen Haçlılara karşı savaşan, lslamın en büyük koruyucularından biri olan Selahaddin Ey-yubi’yi yetiştirdi. Selahaddin Eyyubi, Araplara karşı Kürtler için değil, Müslümanlar için Haçlılara karşı savaş verdi.
Zaman yine değişti ve Kürtler, büyük İslam imparatorluklarının değişen koşullarında kendi kimliklerini arar oldular. Selahaddin Eyyubi onlarındı, fakat çok azının güvenini kazandı. Şimdi de Osmanlılann ağır vergilendirmesinden kurtulmak ve Araplar tarafından ortadan kaldırılmadan, kültür ve dillerinin tanınmasını istiyorlardı. Ama sadece büyük Kürt şairi Ehme-de Xani gibi düş kurmasını bilen insanlar, bu yıllarda bu tür şeyleri talep ediyordu. Kürt liderlerin çoğu, İskoç lordlan gibi, kendi Kürt düşmanlarıyla savaş içinde, günün kabile zaferine odaklanıp, Kürt birliği sorununda tümüyle kaybederek dağlarda gizleniyordu.
Tıpkı atalan cinler gibi, Kürtler, bir şişede değil ama kendi dağlarında tuzağa düşürülmüş dürümdalar. Yirminci yüzyılın pek çok nimetinden mahrum tutularak atadan kalma yöntem ve aletlerle toprak işleyen köylüler ya da zavallı çobanlar durumuna düşürülmüşlerdir. Hiçbir devlet onların durumlarını geliştirmeyi uygun görmemiştir. Tıpkı Sultan Süleyman’ın cinlerinden korktuğu gibi, bu devletler de Kürtlerden, Kürdis-tan’m altında yatan petrol gelirinin adaletli bir paylaşımından elde edecekleri gelirle yapabileceklerinden ve eğer okuma yazmayı öğrenip kendi dillerini konuşmakta özgür ve ulusal haklarını savunur duruma gelirlerse, talep edecekleri şeylerden korkuyorlar. Kürtler, zaten bölgedeki en sarp ve en ulaşılmaz topraklarda yaşamaktaydı. Fakat İraklılar bununla yetinmeyip, bir adım daha atarak onları güneydeki yakıcı çöllere sürgüne göndermeyi başarmıştır. Iran ve Türkiye, Kürtleri kontrol etmek için psikolojik metotlar uygulamaktadır; bu ülkelerde Kürtler, sürekli bir biçimde sürülme tehlikesi altındadır (fakat bu defa dağlara değil, dillerinden, hatta geleneksel giysilerinden koparılarak Kürtlüğün dışına sürülme).
Son otuz yılda İngiliz, Rus ve Amerikalılar, Kürtlere hem kur yapmış, hem de onlara ihanet etmişlerdir. Büyük Orta Doğu satranç oyununda, otonomi kazanma umudu vererek onları piyon olarak kullanmışlardır. Her büyük güç, onlara iş bitiğinde özgürlük vaat etmiştir. Her seferinde de yiğitçe ve şerefle savaştıkları halde, Kürtler mücadelelerinde yalnız bırakılmışlardır. Hiçbir ülke, onlan kullanırken, bulundukları vaat ne olursa olsun, Kürtlerin kendileri için, kendi uluslarının rüyası için savaşmalarına müsaade etmemiştir. Şimdi, yirminci yüzyılın son çeyreğinde, Tahran, Bağdat ve Ankara’daki Sovyet ve Amerikan yanlısı rejimler, birazcık da olsa Kürtlerle ve onlann talepleriyle ilgileniyor.
Kürtlerin yirminci yüzyılın ilk yıllarındaki bağımsızlık mücadelesi, 1930 ve 4O’lı yıllarda Irak’a, 1946’da İran’a, 1975’ler-de yeniden Irak’a ve nihayet, şimdi de İran’a kaymıştır. Bu üç ülkede ve Suriye’de yaşayan Kürtlerin sayısı, Danimarka, Norveç ve İsveç’in nüfuslarının toplamından daha fazladır. Fakat tarihsel nedenlerden ve feodal bölünmüşlükten dolayı Kürtler hiçbir zaman haklarını garanti altına alamadılar. Bununla beraber, hiçbir umudun artık kalmamış gibi göründüğü her bitişte yeniden ve yeniden ayağa kalktılar. Her devlet, Kürtleri ölüm pençesinde tutar; fakat pençe zayıfladığında, hatta birazcık da olsa gevşediğinde Kürtler çarpışmaya hazırdır. Şiarlarında vurgulandığı gibi; "Kurdistan an neman", Ya Kürdistan, ya ölüm.
Bu yazı, 1970’lerin İran Kürdistanı’nda yaptığım araştırmanın, Şahlık lranı’nın ve onun gizli polisinin hikayesidir. 1978’de yaptığım başka bir ziyarette, kısmen artık görülecek yeri biliyor olmamdan, kısmen de Şahın gücünün zayıflamasından dolayı Kürdistan, daha çok görülebilir durumdaydı. Şimdi Şah devrildi. Ve İran’da, özellikle bu asi kuzeydoğu köşesinde, yani Kürdistan’da ne olacağını hiç kimse bilmiyor. Yine, geçmişte pek çok kez olduğu gibi, Kürtler kimlikleri ve yaşamları için savaşıyor.
Birinci Bölüm
Kürdistan’ın Dışında
1
İran’da bir kadının elbisesi, özellikle dış elbisesi onun sığınağı, korumasıdır. Ve dünyaya, sadece ait olduğu evinde güvende olduğunu söyleyen bir göstergesidir. Farsçada örtü kelimesinin sözlük karşılığı, tente anlamına gelen "çadır"dır. Çadırlı olmakla çadırsız olmak arasındaki fark, sokakta erkekler tarafından rahatsız edilmek ile görmezden gelinmek arasındaki fark anlamına gelebilir. Çadırıyla örtündüğü halde herhangi bir şekilde rahatsız edilen bir kadın, kendisini rahatsız edeni fena surette bozmak hakkına sahiptir. O, iffetinin görüntüsünü kurtarmıştır. İran’da görünüşler, onların altında var olanlardan çok daha önemlidir.
İran’a ilk geldiğim zaman, bana bakarak birbirleriyle fısılda-şan ve kendilerine göre çıplak sayılacak yabancı bir kadını tanımaya istekli kalabalık bir kadın grubu tarafından çembere alındım. Davranışlarından cesaret alarak dikkatle onları izlemeye başladım. Açık yüzlerindeki makyajın yoğunluğunu ve kaygan çadırın düşmesini önlemek için sürekli olarak çabalarken attıkları kaçamak bakışları görünce şaşırıyordum.
.....
Margaret Kahn
Cinlerin Çocukları
Avesta
Avesta Yayınları
Cinlerin Çocukları
Margaret Kahn
Children of the Jinn
in Search of the Kurds and their Country
Cinlerin Çocukları
Kürtler ve Ülkelerinin izinde
(New York, 1980)
Margaret Kahn
İngilizceden Çeviren
Arif Karabağ
Editör: Abdullah Keskin
Kapak: Ahmet Naci Fırat
Foto Tarama: Ayrıntı Tasarım
Tashih ve Mizanpaj: Avesta
Birinci Baskı: 2002, İstanbul
Baskı: Berdan Matbaacılık
Çevirinin yayın hakları Avesta’ya aittir
Tanıtım amacıyla yapılacak alıntılar dışında
yayınevinin izni olmadan hiçbir şekilde çogaltılamaz
Avesta Basın Yayın
Reklam Tanıtım Müzik Dağıtım Ltd. Şti.
Meşrutiyet Caddesi
Özbek lşhanı 136 / 4
Beyoğlu / İstanbul
Tel: (0212) 251 44 80
(0212) 251 71 39
Ekinciler Caddesi
Nurlan Apt. Giriş Katı No: 2
Ofis / Diyarbakır
Tel-Fax: (0412) 222 64 91
ISBN: 975-8637-32-0